Kitabın ortasından başlayalım. Düşük faize karşı olanlar şimdi de yüksek faiz için olumsuz eleştiriler yapıyor diyebilirsiniz. Fakat durum düşünüldüğü gibi değildir. İçinde bulunduğumuz ekonomik koşullar neden bu sebeple bu kadar olumsuz seyrediyor? Geçim sıkıntısı ve yoksulluk ülkemizde neden büyük oranda hissediliyor? Bu soruların cevabını vermeye çalışalım.
Eylül 2021 tarihi öncesinde hatırlayacağınız üzere politika faizi %19, enflasyon %19, dolar kuru da 7-7,5 TL civarında seyrediyordu. Bu tarihten sonra faizlerin düşürülmesi konusunda taviz verilmeden yapılan uygulamalar sonucunda döviz kurları ve enflasyon aşırı derecede yükseldi ve ekonomik dengeler alt üst oldu. Faiz konusunda millet olarak hepimiz inançlarımız gereği aynı fikirde olduğumuzu söyleyebiliriz. İmkânı olsa da faiz ortadan kalksa diye hepimiz dua ederiz. Ancak ekonomi entegre bir sistemdir ve faktörlerden birine dokunursanız diğeri tepki verecektir ve zaten öyle olduğundan birtakım olumsuzluklar yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Aslında Sn. Cumhurbaşkanımızın “faiz sebep enflasyon neticedir” tezi doğrudur. Bunu iyi analiz etmek gerekir. Çünkü giydiğimiz gömlek, içtiğimiz su bardağı, kullandığımız bilgisayar vd. üretiminde kredi kullanılması artık bir zorunluluktur ve karşılığında bir bedel ödenmektedir. İşte o bedel faiz olduğuna göre üretim işletmelerinin de karsız olarak faaliyetlerine devam edemeyeceği gerçeği de ortada olduğu için kredi kaynaklarının üretim maliyetlerine yansıtılmasıyla birlikte tüketiciye ulaşması yüksek rakamlı olacağından enflasyon olarak karşımıza çıkacaktır. Dolayısıyla faizin enflasyona sebep olacağı kesindir.
Konumuza dönecek olursak; geçen yıl yapılan genel seçimlerden sonra iş başına gelen ekonomi yönetimi, dünyanın hiçbir ülkesinde uygulanmayan, dünyada hiçbir ekonomi bilim insanı tarafından benimsenmeyen ve sık sık vazgeçilmesi tavsiyelerinin de bulunduğu “düşük faiz, yüksek kur” uygulamasından 180 derece dönüş yaparak, heteredoks ekonomi politikalarından Ortodoks politikasına geçildi ve geçtiğimiz mayıs yılın ayında %8,5 olan politika faizi bir yıl içinde %50 ye kadar yükseltildi.
Ekonomide güven sağlanması hem yerli hem yabancı yatırımcılar için son derece önemli bir kavramdır. Daha doğrusu hepimiz için ekonomide güven sağlanmalıdır. Çünkü ekonomide en büyük faktör güvendir.
Politika faizlerinin %50 ye kadar yükseldi ve son iki aydan bu yana merkez bankası para politikaları kurulu faiz artırım yoluna gitmedi. Çünkü piyasa dengesinin sağlanması, yabancı paraya olan talebin gerilemesi için politika faizi ile enflasyon oranları eşit veya birbirine yakın olmalıdır ki tasarruf sahipleri TL ye dönüş yapsın, iş insanları da gerekli gördükleri yatırımla enflasyonun üzerinde getiri sağlayacağı için üretim projelerini uygulamaya koyabilsin. Döviz kurları da son bir iki aydan bu yana yatay seyretmektedir. Bunun sebebi daha çok az bir süre önce -62 milyar dolar olan merkez bankası rezervlerimizin günümüzde -16 milyar dolara kadar gerilemesidir. Yani yabancı yatırımcılar ekonomimize güven duyarak ülkemize yatırım yapmaya başladılar. Ancak bu yatırım CARRY TRADE yöntemiyle yapılsa da bizim için son derece önemlidir. Çünkü rezervlerimiz yeterli ise merkez bankası diğer bankalar yoluyla piyasaya gerekli gördüğü dönemlerde müdahale edebilir ve bunun sonucunda enflasyonu da dizginleyebilir. Ülkemizde maalesef döviz kurları ile enflasyon oranları paralel seyretmektedir.
Politika faizi, bildiğiniz gibi diğer bankaların para ihtiyacı olduğu dönemlerde genelde bir haftalık vade ile aldıkları meblağ için ödedikleri faiz oranıdır. İşte diğer bankalar, merkez bankasından politika faiz oranı karşılığında aldıkları parayı ihtiyaç sahiplerine veya işletmelere üzerine kar koyarak satarlar. Yani para ticareti yaparlar. (Geçen yıl hatırlayacağınız üzere faizler düşük seyrettiği dönem bankaların ekonomik büyüme içindeki payı %26,5 ile en büyük oran idi. ) İşte politika faizleri yüksek olduğu zaman kredi maliyetleri de yükselecek ve üretim maliyetleri artacaktır. Doğal olarak birçok işletme yüksek maliyetli kredi almak istemeyeceğinden yatırımlar ötelenecek, bir kısım işletmeler küçülme eğilimine girecek, bazıları da yüksek maliyetli kredileri ödeyemeyeceği için faaliyetlerini durdurma yoluna gidebileceklerdir. Bunun sonunda ise üretim azalacağından ihracat da azalabilir, devletin vergi gelirlerinde kayıplar yaşanabilir, işsizlik rakamları yükselebilir ve en önemlisi kayıt dışı işgücü artabilir. Peki ekonomi yönetimi bunları bilmiyor mu? Tabii ki biliyor. Ancak yukarıda belirtmeye çalıştığım gibi uygulanan yanlış para politikalarının epeyce uzun sürmesi ekonomi dengesini bozmuştur ve bunu düzeltmek uzunca bir zaman alacaktır. Ekonomide bozulan dengelerin düzelmesi uzun zaman alır. İşte bu sebeple sıkılaştırılmış para politikası uygulanmaktadır ve politika faizleri ile enflasyon oranının eşit olmasına çalışılmaktadır. Geçen yıl açıklanan 2024 yılı enflasyon hedefi %36 idi ama merkez bankası başkanımız tarafından geçtiğimiz günlerde %38 e revize edildi ve gene orta vadeli planda öngörüldüğü gibi geçen yıl seçim yatırımı olarak doğalgazda yapılan indirimin son bulması nedeniyle mayıs ayında enflasyon pik yapacak ve yılın ikinci yarısında düşme eğilimine girecek ve yıl sonunda %38 olacaktır. Yani demem o ki enflasyon düşme eğilimine girdiğinde %50 civarını gördüğünde politika faizi de düşmeye başlayacak, üretim faktörleri, yatırımlar hız kazanacaktır. Ancak enflasyonun düşeceği ihtimali tartışma konusudur. Çünkü merkez bankası net döviz rezervimiz kapanmamıştır ve yazılı ve görsel basında izlediğimize göre elektriğe %200 zam beklenmektedir. Ayrıca 1,4 trilyon bütçe açığımız mevcuttur. Bütçe açığı vergi ve zam demektir. Buna ilk uygulama köprü, oto yol zamları, kurumlar vergisinde asgari oran olarak başladı ve devam edeceği de kesindir. Dolayısıyla enflasyon hedefinin tutması oldukça zor gözüküyor, %50 bana göre iyimser bir tahmindir.
Günümüzde kredi faiz oranlarının yükselmesi ve halkın alım gücünün düşmesi nedeniyle araç ve konut satışları son birkaç aydan bu yana düşme eğilimindedir ve faizler yüksek kaldıkça böyle devam edeceği aşikardır ve daha da düşmesi abartı olmayabilir. Bir konut almak için konut bedelinin iki üç katı kadar faiz ödemek zorundasınız. Böyle olunca vatandaşlar araba ve ev alma konusunda doğal olarak isteksiz davranış sergiledikleri için arz ve talep kanununa göre fiyatlar da geriye gelmektedir.
Sonuç olarak sanayinin ucuz maliyetli kredi kullanarak üretim kaynaklarının en verimli şekilde değerlendirmesi gerekir. Bu da ancak yılın ikinci yarısı için yapılan tahminlerin tutması ve politika faizlerinin normal düzeye çekilmesi ile mümkün olacaktır.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar