Merakla beklenen Ekonomik Koordinasyon Kurulu (EKK) kararları açıklandı. EKK kararlarının özellikle dövizdeki tırmanışa karşı önlemler içereceği beklentisi yaygındı. Çünkü dövizdeki hızlı tırmanış ve aşırı oynaklık, ekonominin en can alıcı sorunu haline gelmiş durumda. Ancak EKK kararları arasında bu beklentiyi karşılayabilecek hemen hiçbir şey yoktu.
Bunun yerine EKK kararlarında reel ekonomiye yönelik yeni teşvik önlemleri öne çıktı.
Hükümetin sık sık reel kesime yönelik yeni bir destek paketi açıklıyor hale gelmesi dikkat çekici bir gelişme. Adeta bir önceki paketin mürekkebi kurumadan bir yenisi hazırlanıyor, ya da daha doğru bir deyimle bir yenisine ihtiyaç duyuluyor.
Bu durum aynı zamanda açıklanan destek paketlerinin, özel sektör yatırımlarında ve istihdamda arzulanan canlanmayı yaratmaya yetmediğinin bir kanıtı. Paketler istenen hareketi yaratmayınca bir yenisiyle canlanma sağlanmayı çalışılıyor.
Şu anda öyle teşvikler var ki adeta girişimciler tüm yatırım maliyetlerini vergi ödemeyerek devletten geri tahsil edecek durumda. Buna rağmen ortada bir hareket yok ki yeni destek paketleri gündeme geliyor.
Ortada bir açmaz var. Bu durum yatırımlardaki durgunluğun temel nedeninin teşvik yetersizliği olmadığını da kanıtlıyor. Geldiğimiz noktada yatırımlardaki durgunluğun bu kadar uzun sürmesinin asıl nedeni ekonomi cephesindeki teşvik eksikliği değil, siyaset cephesindeki eksiklik ve yanlışlıklar.
İçerideki ve dışarıdaki savaş ve çatışma ortamı, sürekliliğini koruyan kutuplaşma, otoriterleşen yönetim tarzı, yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti ile basın özgürlüğü alanındaki kötü karne, Avrupa Birliği ile ilişkilerdeki gerilim hem ekonomik alanda hem de siyasi alanda çok ciddi belirsizlikler ve riskler yaratıyor.
Bu kadar güçlü belirsizlik ve risklerin bulunduğu koşullarda da kimse uzun vadeli yatırımlara girişmiyor, planlarını bekletiyor.
Bu düğümü tek başına teşvikleri artırarak çözme şansı yok. Düğümün çözülmesi için siyaset cephesinin güven vermesi şart. Bu da ancak içte ve dışta barış, demokrasi, yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü alanında mevcut durumun tam tersini yaparak sağlanabilir.
Sadece uzun vadeli yatırımların değil kısa vadede piyasalarda istikrarı sağlamanın da yolu siyasetteki düzelmeden geçiyor. Bu yüzden Merkez Bankası’nın aldığı kararlar, ancak sınırlı bir etki yaratabiliyor.
Aynı şekilde dövizdeki tırmanışı frenlemek için kampanya ile vatandaşa dolar sattırmanın da ancak sınırlı ve geçici bir etkisi olabilir. Merkez Bankası’nın döviz rezervleri böylesine zayıflamışken, piyasaya müdahale edecek güç olarak devlet kurumları, özel sektör ve vatandaşları ellerindeki dövizi satmaya yönlendirmek, bir süreliğine döviz piyasasının ateşini alabilir. Ancak bunun dövizdeki tırmanış eğilimini kalıcı olarak önleme şansı yok.
Son dönemde gündeme gelen milli paralarla dış ticaret projesi açısından da durum aynı. Bazı ülkelerle dış ticarette dolar kullanmayı bırakıp milli paraları kullanma planının da sınırlı bir etkisi olur. Üstelik bu planın uygulanabilirlik şansı da çok sınırlı.
Ekonomi ve piyasalardaki derin sorunları, hayali düşmanların ne olduğu tam açıklanmayan oyunlarına bağlayan siyasi propaganda taktiklerinin, bu derin sorunlara çare olması mümkün değil. Çözüm geciktikçe sermaye sahipleri, tüm teşviklere rağmen Türkiye’de yatırım yapmak yerine başka alternatifler aramaya başlarlarsa şaşırmayalım.