DOĞAN SELÇUK ÖZTÜRK / ANEKDOT

Feyyaz Bey, sizi kısaca okuyucularımıza tanıtabilir miyiz? İzmir’de doğdum. 1982 doğumluyum. Jenerasyonum gibi devlet ilkokulunda okudum. Ondan sonra İzmir Amerikan Lisesi’ni kazandım. Annem ve anneannem gibi ben de orada okudum. Ortaokula başladığımda aynı zamanda yelkene başladım. Öncesinde birçok sporu denemiş ancak sevmemiştim. Benim için çok farklı bir yolculuk oldu. Değişen koşullara adaptasyon, tek başınıza ayakta kalma, karakter gelişimi vb. konularda bana çok etkisinin olduğunu düşünüyorum.

Fen-Matematik okumama rağmen işletmeyi tercih ederek Koç Üniversitesi İşletme bölümüne girdim. 4 senelik üniversite hayatımın en önemli faydası eşimle tanışmamdı. Bize eğitimimiz boyunca eş seçmenin hayatımızdaki en önemli karar olduğunu anlatmıyorlar. Size değer katabilecek, sizinle birlikte büyüyebilecek, sizi aşağıya çekmeyecek, birbirinizi geliştirebileceğiniz bir eş insanın hayatını hakikaten çok etkiliyor.

İŞ DÜNYASINI ANLAMAK İÇİN HOŞ BİR TECRÜBE OLDU

● Lise döneminize dair bir girişimcilik hikâyeniz var. Onu dinleyebilir miyiz?

Bizim lisenin en önemli özelliği sorgulayan ve öz güveni yüksek bireyler yetiştirmesidir. Liseye başladığımda bir ekonomi programına dâhil oldum. Genç Başarı Eğitim Vakfı’nın bir aktivitesiydi. Lise boyunca Ekonomi 101 seviyesinde ders aldık. İş hayatıyla ilgili farklı meslekleri tanıdık. Genç Başarı Eğitim Vakfı’nın etkinliği çerçevesinde bir şirket kurduk. Hisse senedi sattık öğrencilere. Sermaye topladık. İlk sene defter, ikinci sene de beden eğitimi çantası ürettik. Defteri mesela Mopak’a bayağı bayağı ürettirdik. O defterleri, çantaları sattık okul içerisinde. Ondan sonra temettü dağıtıp şirketi kapattık. Bir şirketin kuruluştan kapanışa kadar yaşayacağı bütün süreçleri yaşamış olduk. Bu iş dünyasını anlamak için çok hoş bir tecrübe oldu, o yaştaki bizlere.

İlk iş tecrübeniz nasıl gerçekleşti?

Üniversite bitmeden önce şirketlere başvurmaya başladım. Son sınıfta mecbur olmamama rağmen bir tez yazdım. Hissedarı olduğum şirket, bir aile şirketi olduğu için Türkiye’de aile şirketlerini başarılı kılanın ne olduğunu merak ediyordum, üniversite hayatım boyunca. Koç Üniversitesi’ndeki hocalarımdan Dr. Yılmaz Argüden ile çalıştık tezimde. Proje biraz şekil değiştirdi onunla tanıştıktan sonra. Aile şirketlerinden vazgeçip Türkiye’de başarıyı etkileyen faktörlerin ne olduğunu bulmaya çalıştık. Koyduğumuz kriterlere göre İSO 500 şirketlerinden 15 tanesini seçtik ve o şirketlerin üst düzey yöneticileriyle röportaj yaparak orada neyin diğer şirketlerden farklı yapıldığını anlamaya çalıştık. Çalışmayı bitirdikten sonra sundum. İyi de bir not aldım. Sonra Yılmaz Bey beni çağırdı. Dedi ki “Feyyaz bizim tezin Amerika’da kitabını yazmışlar. Keşke okusaymışız başlamadan önce.” Jim Collins’in ‘İyiden Mükemmel Şirkete’ kitabı. Tabii benim o kitabı anlamam bir beş sene sürdü. Üniversiteden çıktıktan hemen sonra anlaşılmıyor. İşin içine girmek gerekiyor. İş ararken Yılmaz Bey’e de söyledim ve ARGE Danışmanlık’ta işe başladım. İki sene orada çalıştıktan sonra askere gittim.

TAKIM ÇANTAM HAZIRDI

● Batıçim maceranız nasıl başladı?

Bizim şirket 1966 yılında kurulmuş. Dört ana ailenin olduğu bir aile şirketi. Üçüncü jenerasyon görevdeydi. Ben ve kuzenim aynı anda başladık 2006 yılında. İdari komite asistanı olarak başladım. Sonra planlama ve iş geliştirme müdürü oldum. Sonra yeni girdiğimiz enerji sektöründeki şirketin sorumluluğunu üstlendim. ARGE’de öğrendiğim ve tezde oluşturduğumuz metodolojinin birebir aynısını Batıçim’de uyguladım. Şirketin içindeki cevapları çıkartıp şirketin atması gereken adımları ortaya koymaya çalıştım. O çerçevede üç ana başlık belirledim: Bilgi sistemleri, pazarlama-satış ve insan kaynakları. Bizimki emtia olduğu için genelde rekabet fiyat üzerinden dönüyor. Ürünü biraz daha fiyattan kurtarıp müşterinin onu çekmesini sağlamaya çalıştığımız birkaç sene geçirdik. Devamında yönetim kuruluna girdim. Hep yukarıya giden ivme 2016’dan sonra dövizin yükselişiyle birlikte bu sefer aşağı döndü. Kur arttıkça borçluluk seviyemiz arttı. Çok büyük bir yatırıma girmiştik. 2018’de bizim dışımızdaki aileler hisselerini satmak istediklerini söylediler. Üç yıl kadar uygun müşteri arama süreci devam etti. En son geçen sene onlar hisselerini devredip çıktılar sektörden. Ben ve ailem devam ediyoruz. Ama tabii zor bir dönemdi. Aile şirketlerini şöyle özetliyorum: “Ya bir problem vardır ya da söylenmemiştir.” İnsan hastalığı olan biriyse doktor oluyor. Ben de bu alanda epey yetiştirdim kendimi. Ancak olanı engelleyemedim. En azından olduktan sonra nasıl davranacağımıza, nasıl adımlar atabileceğimize dair takım çantam hazırdı.

● Sivil toplum örgütlerinde çok aktifsiniz…

Türkiye Yelken Federasyonu, Ege Bölgesi Sanayi Odası, Elektrik Üreticileri Derneği, Yapı Ürünleri Üreticileri Federasyonu, Çimento Cam Seramik İhracatçılar Birliği, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nde yönetim kurullarında yer aldım. Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği (TKYD)’nde başkanlık görevimin ardından şu anda TÜRKONFED ve TAİDER’de başkan yardımcısı; TÜSİAD, ESİAD, SEV, Ege Orman Vakfı ve Genç Başarı Eğitim Vakfı’nda yönetim kurulu üyesiyim. Bu çalışmaların hepsinin kişisel gelişimime çok katkısı oldu. Yaptığım konuşmalarda ben topluluklara anlatıyorum. Bittikten sonra insanlar koluma girip bana anlatıyorlar: “Bizde de şöyle bir şey oldu. Ne dersiniz? Yorumunuz ne olur?” diye. İnanın herkesin şirketinde benzer problemler var. İnsanlar bazen soruyorlar ve anlamıyorlar: “Ne gerek var? Bu kadar vakit ayrılır mı? Ne işe yarıyor?” Şöyle bir özeti var bunun. İnsan birlikte vakit geçirdiği beş kişinin ortalaması kadardır. Dolayısıyla ne kadar hayata pozitif bakan, kendini geliştirmeyi seven, işinde iyi, hayatında başarılı -başarı tabii kişiden kişiye göre değişir-, kişilerle vakit geçiriyorsanız siz de onlardan etkileniyorsunuz.

HER ZAMAN KENDİNİZİ GELİŞTİRECEK BİR ALAN BULABİLİYORSUNUZ

● Araştırma geliştirme süreci ile ilgili bir anınızı dinleyebilir miyiz?

Hazır beton teknik tarafında olduğum dönemdi. Betoncular şikâyet ediyorlardı: “Bizim çimento kötü.” Ben de diyordum ki, “50 yıldır çimento üretiyoruz biz. Nasıl kötü olabilir?” Diğerleriyle karşılaştırma yaptıkları analiz sonuçları var. Baktık hakikaten diğer şirketlerin ürünleri bizimkinden daha iyi. Durumu önce departmanlar arasında konuştuk. O dönem çimento fabrikalarında işletme müdürlüklerinin teknik tarafı çok kuvvetliydi. Ürettiğiniz malı sattığınız dönemde pazarlama satış çok önemli değil. Dolayısıyla genel müdürler de hep üretim kökenli. Onun için orada müthiş bir ego var. “Biz dünyanın en iyi çimentosunu yapıyoruz.” Beton tarafı da diyor ki “Hayır yapmıyorsunuz.” Onların test sonuçları farklı, çünkü oradaki test mantığı ve tarzı farklı. Çimento tanesinin bir yüzeyi var. Eğer çimento tanesini çok öğütürseniz değirmende o yüzey artıyor. O yüzey arttığı zaman da daha fazla su koymak zorunda kalıyorsunuz. O zaman dayanım düşüyor betonda. Çimento üretim tarafı dedi ki “Tamam biz bunu çözeceğiz.” Altı ay sürdü çalışmalar. En son uçucu kül kullanarak bizim çimento iyi sonuç verdi. Beton tarafının mutlu olacağı bir ürün geliştirebildik. Bütün piyasaya onu satmaya başladık. Bu arada maliyeti de başladığımızdaki noktadan yüzde 25 daha ucuza denk geldi. Dolayısıyla kârlılığa da çok ciddi faydası oldu. “Yıllardır yapıyoruz. Dünyadaki en iyisi biziz” demeden her zaman kendinizi geliştirecek, iyileştirilebilecek bir alan bulabiliyorsunuz demek ki. Bir de müşteriyi dinlemek lazım. Ortada bir şikâyet varsa onu dinleyip ona göre pozisyon almak lazım.

Kilitli görünen kapıyı zorladık ve kapı açıldı

Bir kurumsal kimlik çalışması yaptık. Logoyu değiştirdik. Eski logomuz siyah beyazken yeni logomuz renkliydi. Kurumsal kimlik çalışmasının devamı olarak ürünün paketleme şekli olan torbaları da değiştirelim dedik. Yeni, şık bir dizayn yaptık ama torbaların üzerinde renkler vardı. Farklı ürünlerin, farklı renkleri vardı. Mavi, gri, mor, kırmızı ve kraft torbalar… İçimize çok sinmişti tasarımlar. Satın alma müdürüne gittim. Dedim ki “Bunları yapmak istiyoruz.” “Olmaz” dedi. “Niye olmaz?” dedim. “Maliyet artar” dedi. “Niye?” dedim. Anlattı. “Bunlar üç renk değil, dört renk. Başka makine gerektiriyor vs.” “Üreticilerle ben konuşabilir miyim?” dedim. Bazılarını ben aradım, bazılarını kurumsal kimliği yapan reklam şirketi aradı. Biz al takke ver külah, biraz pazarlık derken fiyatı düşürdük. Yani üç renkten dört renge geçmesine rağmen torba maliyeti düştü. Kilitli görünen kapıyı zorladık ve kapı açıldı. Hem torbalarımızın tasarımı güzelleşti hem maliyetimiz düştü. Şu anda da hâlâ aynı torbaları kullanmaya devam ediyoruz.

Ne yapmam gerektiğini bilmemek kötü hissettirdi

● İş hayatında önemli gördüğünüz özellikleriniz neler, bunlara dair bir anınızı anlatabilir misiniz? En önemli hasletlerim hızlı adapte olma ve sabır. Ayrıca kendini geliştirmeye de çok önem veriyorum. Bununla ilgili bir anımı anlatabilirim. Hazır betonun teknik kısmıyla ilgilenmeye başlamıştım, oradaki yöneticimiz ayrıldığı için. Bir gün toplantıda oturuyoruz. Çalışanlardan biri üretimde kullanmaması gereken bir formülü kullanmış ve üretime zarar vermiş. Ürün bozulmuş ve şirkete de maddi bir zarar çıkmış. Savunmasını almışlar. Benim önüme uzattılar. Okudum. Yöneticimiz “İhtar yazarsanız gerisini biz hallederiz” dedi. Yazdım verdim. Ancak içime sinmedi. İş çıkışı kitapçılara gittim. İnsan kaynakları kitapları satın aldım. Birkaç iş hukuku bilen dostumla konuştum zaman içerisinde. Disiplin süreçleri, ihtar, uzaklaştırma, tazminatlı çıkış, tazminatsız çıkış vb. bütün temel konuları öğrendim. Çünkü o gün ne yapmam gerektiğini bilmemek ve yaptığım şeyin sonucunda ne olacağını bilmemek kendimi çok kötü hissettirmişti.