Geçtiğimiz günlerde İstanbul Ticaret Odası 140, yıl özel ödüller programında Sn. Cumhurbaşkanımız tarafından iş, nisanlarımıza düşük faiz, enflasyon, elektrik ve doğalgaz ücretleriyle ilgili önemli açıklamalar yapıldı.

Yapılan açıklamaların en önemlilerinden bir tanesi, başta kamu bankaları olmak üzere uygulanan   düşük faiz oranından faydalanarak iş insanlarımızı yatırım yapmaya çağırması idi. Yaklaşık bir yıl önce başlanan düşük faiz politikasının temel hedefi, ülkede yatırımcıları teşvik ederek üretim mekanizmasını hızlandırmak, işsizliğin önüne geçmek, ithalatı mümkün olduğu ölçüde azaltarak yurt dışına yerli ve milli paramızın çıkışını azaltmak, ihracat odaklı ekonomik büyüme sağlamaktır. Yıllardan bu yana devam eden cari açık sorunu da üretim artışıyla birlikte azalacak hatta cari fazla veren ülke durumuna gelmemiz söz konusu idi.

Ancak geçtiğimiz bir yılda beklediğimiz ekonomik gelişmeler maalesef olmadı. Çünkü düşük faiz oranlı krediler üretime yansıtılmadı. Özellikle özel bankalar, T.C. Merkez bankasından aldıkları ucuz maliyetli parayı makul oran uygulayarak iş insanlarına yansıtmadılar. Hal böyle olunca üretim maliyetleri artmaya devam etti ve bizlere de doğal olarak enflasyon olarak yansımış oldu.

Hükümetin uygulamaya koyduğu ve Türkiye modeli adı verilen program üretim odaklı olması sebebiyle tartışılmayacak şekilde doğrudur. Çünkü ülkelerin gelişmesi ancak ve ancak üretim artışıyla mümkündür. Bu bağlamda üretmeden büyümemiz mümkün değildir. Dolayısıyla Sn. Cumhurbaşkanımızın iş insanlarımıza yaptığı çağrı hem hesaba uygundur hem de mantıklıdır.

İşletmelerin büyüme esasına göre ek kaynak ihtiyacı sürekli olacaktır ve gerekli olan ek kaynak kredi olarak temin edilecek ve üretime yönlendirilecektir. Diğer yandan döviz kurlarının yükselmesi de ihracatçı için olumlu gibi gözükse de uygulamada öyle değildir. Ancak ithal ikame ürünleri kendimiz üretmeye başladığımız zaman bu tez doğruluk kazanacaktır. Ülkemizde bugün için yapılan üretimim hammadde ve ara mallarının yaklaşık %50 si yurt dışından döviz ödeyerek gelmektedir. Döviz kurları sürekli yükseldiği için üretim gereçlerinin %50 si de yükselen döviz kurları nedeniyle pahalı fiyattan gelmektedir. Bu da üretim maliyetlerini arttırdığı için bir zorunluluk gereği tüketici fiyatlarına yansıtılacaktır. İşte bu da enflasyon olarak karşımıza çıkmaktadır.

Halbuki üretim kaynaklarımız, üretim çeşitliliğimiz arttığı zaman yurt içinde ve yurt dışında ekonomi olumlu yünde seyir alacaktır. Yurt içinde üretim çokluğu nedeniyle arz fazlası olacağından arz ve talep kanununa göre fiyatlar düşme eğilimine girecek, enflasyon da yükselişini durduracak hatta aşağı yönlü harekete geçecektir. Diğer taraftan işsizlik azalacağı için halkın alım gücü düşmeyecek, hayat pahalılığı gündemde olmayacaktır. Yurt dışı piyasalarında ise ihracat rakamlarımız yükselecek, uluslararası piyasalarda rekabet gücümüz artacak, ülkeye döviz girdisi sağlanacağı için rezervlerimiz de yükselecek böylelikle döviz kurları kontrol altına alınacaktır. Döviz kurlarının kontrol altına alınması demek enflasyonun da kontrol altına alınması demektir. Çünkü döviz rezervlerimiz yeterli seviyede olduğu zaman merkez bankası gerekli gördüğü dönemlerde bankalar aracılığıyla müdahale edeceğinden kurlar yükselmeyecek hatta düşecektir. Ülkemizde enflasyon, döviz kurları ile paralel yürümektedir. Üretim hacmi yükseldiği zaman yurt dışı CDS primimiz de makul seviyede olacağından yurt dışı borçlanma maliyetimiz de uygun seviyede olacaktır.

Yukarıda anlatmaya çalıştığım düşük faiz döneminde yapılması gereken yatırımların ülke ekonomisine yapabileceği katkılardır. Ancak uygulamada bankaların tutumu nedeniyle amaca uygun sistemler çalışmıyor. Bankalar ucuz aldıkları kredileri ihtiyaç sahiplerine ucuz vermedikten sonra faiz düşürmenin bir mantığı kalmıyor. Üretime yansımayan düşük faiz bankalar ve finans kurumlarının karlarını arttırmaktan öte gidemiyor. Çünkü bu dönemde bankalar tarihinin en yüksek kar rakamlarına ulaşmışlardır ve yaklaşık kar oranları %500 dür. Eylül ayında politika faizi %12 ye düşmesine rağmen bankaların ihtiyaç kredilerine uyguladıkları faiz oranı %25-30 aralığındadır.

Sn. Cumhurbaşkanımızın bahsettiği ikinci bir konu da enflasyonun yılbaşından itibaren düşmeye başlayacağıdır. Ancak nasıl ve ne gibi önlemler alınarak enflasyon düşecektir. Daha önce de enflasyonun düşeceği konusunda birkaç kez tarih verilmişti ama maalesef gerçekleşmedi.

Günümüzde açlık ve yoksulluk sınırı her ay artmakta ve asgari ücret ile arasındaki fark sürekli olarak büyümektedir. Yani ücretlere yapılan zamlar enflasyonun sürekli altında kalmaktadır. Hal böyle olunca özellikle dar ve sabit gelirliler enflasyonun baskısı altında kalmaktadır.

Karadeniz’de bulunan doğalgaz rezervleri hayata geçirildiği zaman dışa bağımlılığımız bir nebze olsun azalacak, ithalatımız da az da olsa düşecektir. Ancak doğalgazın evlerimize gelmesi yaklaşık üç yıllık bir zaman alacaktır.

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist