Doğan SELÇUK ÖZTÜRK / ANEKDOT
Tavit Bey, sizi kısaca tanıyarak başlayabilir miyiz? 1951 yılında Malatya’da bir tüccar terzinin oğlu olarak doğdum. Malatya’nın iyi bir ilkokuluna gittim. Çok iyi bir öğretmenim vardı. Yanlış yaptığım zaman özür dilemeyi, hakkını aramayı, matematiğin önemini ondan öğrendim. Ortaokul ve liseyi yine Malatya’da bitirdim. Sonrasında ODTÜ’de şehir ve bölge planlama okudum. Babamı lise sonda kaybetmiştim. Dolayısıyla çalışarak okumak zorunda kaldım. Sınavla çok da önemli bir burs kazandım. Üniversitede sporun disipline eden, terbiye eden boyutuyla tanıştım. Henüz 18 yaşında katıldığım bir kürek yarışında üçüncü oldum. Milli takım seçicisi ve antrenörü Yugoslav Miroslav Boraniç o yarışı izlemiş ve beni teselli etmişti. “Tavit sen bugünkü yarışı böyle çektin ya, hayattan korkma.” demişti. “Bugünkü mücadeleni hep aklında tut. Bu mücadelenin, peşini asla bırakmamanın verdiği disiplinle hayatta yapamayacağın hiçbir şey yoktur.” Bugün 70’imi geçtim. Hala ayağımın takıldığı yerde Boraniç’in bu lafını hatırlarım. Bırakmamanın, inat etmenin, düdük çalmadan maçın bitmemesinin ne demek olduğunu çok iyi bilirim.
“NE YAPIYORSAN ONA KONSANTRE OL”
● Babanızın hayatınızda çok önemli bir yeri var…
Babamın verdiği derslerin hemen hepsi hayatıma olumlu anlamda tesir etti. İlk aldığım ders her ne yapıyorsan ona konsantre olmaktır. Yani o kadar işine konsantre bir insandı ki işini yaparken hiçbir şeyi gözü görmezdi ve kiminle konuşursa konuşsun ona odaklanırdı. Kendisini verirdi. İkinci olarak zamanı çok iyi kullanırdı. Eski bir Malatya valisi anlatmıştı. O dönemin valisine defterini açıp haftaya perşembe günü saat 15.30’da provaya bekliyorum demiş. Değil günün, haftanın bile önemli olmadığı bir coğrafyada ve dönemde… Üçüncü özelliği iletişimi çok iyi kullanmasıydı. Daha büyük tüccarların bile dükkânında telefon yokken babamda vardı. Hızlı iletişimin, birisine çabuk ulaşabilmenin ne demek olduğunu çözmüştü. Dördüncü özelliği de iş dünyası için bir mesajdı, “önce müşteri kazanacaksın sonra para kazanacaksın” derdi. Müşteri kazanmayı, müşterinin sürekliliğini, müşterinin sadakatini her şeyin önüne koyardı. Onu sağlamak için indirimlerini ona göre yapar, ödeme sistemini ona göre düzenlerdi. Babamın tek hatası insanlara ilk tanıdığında 10 üzerinden 10 vermesiydi. Ondan sonra insanlar 7 çıkınca üzülürdü. Fuat Süren ile çalışmaya başladığımda şunu gördüm, Fuat Bey insanlara 2 veya 3 verir, 5 çıkarsa sevinirdi. “Bu adam iyi çıktı.” derdi. Ben de ikisini sentezledim, insanlara 5 vermeye, 4 çıkarsa üzülmemeye, 6 çıkarsa fazla sevinmemeye dikkat ettim. İş dünyasında bunu tavsiye ederim her zaman: “Kimseye 10 vermeyin.”
● Üniversite sonrasında neler yaptınız?
Şehir ve bölge planlamayı bitirdikten sonra Turizm Bankası’nda çalıştım. Türkiye’nin beş önemli turizm bölgesinin planını yapmak için kurulan ekipte plancı olarak bulundum. Sonrasında Kanada’ya gittim ve üç sene kadar orada kaldım. Türkiye’ye döndüğümde önce Turizm, sonra da Köyişleri Bakanlığında çalıştım. KÖYKENT başta olmak üzere, köylüye yönelik ulaşım projeleri, kooperatif esaslı kalkınma projeleri geliştirdik. Hayatımın en önemli iki senesi orada geçti diyebilirim. 12 Eylül’den bir süre sonra devlet hizmetinden ayrıldım.
İŞİN RUHUNDA KALMAYI ÖĞRENDİM
● Transtürk’e geçtiniz. Fuat Süren nasıl bir patrondu?
Transtürk o zaman ilk beşte yer alan bir holdingdi. Fuat Bey özgeçmişime bakınca bana iki görev verdi. Birisi turizm yatırımlarının genel müdürlüğü, diğeri de kendisinin asistanlığı. 30 yaşımı doldurmamıştım henüz. İşe aldığı gün “Yarın gel” başla demişti. Fuat Bey için zaman hep çok kıymetli olmuştur. İlk günden “Ev telefonunu verir misin?” dedi. O günlerde telefon almak için yazılır, aylarca, yıllarca beklerdik. Kanada’dan döndükten sonra yazılmış ancak henüz alamamıştım Sekreterini çağırdı. “Avrupa santralindeki boş telefonlarımızdan birini hemen Tavit Bey’in evine bağlatın.” dedi. Ertesi gün telefonum bağlandı. Akşam eve 11 gibi gittim. Telefon zır zır çalıyor. Arayan Fuat Bey’di. “Oğlum yarın sabah bana Cenan Sahir Sılan gelecek, Atatürk Barajı’na teklif vermek için çalışma yapacağız. Sabah 7’de ofiste ol.” Bundan iki şey öğrendim. O telefonu benim bir dakikamı bile israf etmemek için evime bağlatmıştı. İkincisi de birisini bir konuda verimli kılmak için onu önceden düşünmeye zorlamaktı. Çünkü ben ne baraj işinden ne de teklif işinden anlıyordum. Ertesi sabah 7’de şirkette oldum. Fuat Bey gelene kadar Cenan Bey ile çalıştık, kendisi beni konuya hazırladı.
Rahmetli babam şöyle derdi: “Damatlık, düğüne yetişmiyorsa kıymeti yoktur.” 10-15 gün olmuştu işe başlayalı. Fuat Bey yurt dışına gidecekti, beni çağırıp talimatlarını yazdırdı. Alt alta yazdım, baktım bir aylık iş. Ardından “2 gün sonra dönüyorum, seninle cuma sabahı bunları konuşalım.” dedi. Ben yazarken yoruldum. Ne zaman icra edeceğim! Gözümden okudu düşündüklerimi. Elini şöyle kaldırdı, “Sakın, bana zaman deme!” dedi. Düğüne yetişecek yani. Ondan sonra ben oturdum, listeye baktım ve böylece adam kullanmayı öğrendim. Yazdırdığı işlerle ilgili olan yöneticileri arayıp organize ettim. Hepsi tabii patronu benden iyi tanıyor. Hiçbiri bana ne, sen kimsin demedi. Öyle bir kültür geliştirmiş ki Fuat Bey onun talimatları olduğunu biliyorlar. Ben oradan işi dağıtmayı, dağıttığın işi toplamayı, ekip oluşturmayı, sadece işin ruhunda kalmayı öğrendim.
● Derin bir gönül bağınız var Fuat Bey’le. Ayrılmanız zor olmuştur sanırım. Fuat Bey bana gayet yüksek bir maaş ödüyordu. Devletten birkaç kat iyiydi. Galiba yaptığım işi beğeniyordu ki senede bana maaşımın iki katı kadar zarf verirdi. Bir gün karar verip çıktım karşısına. “Fuat Bey sizden üç ricam var.” Kararım üçte üçü alırsam kalmaktı. Bir tanesini bile almazsam kalmayacağım dedim kendime. “Birincisi, çok iyi bir para alıyorum, ancak elden verdiğiniz zarf nedeniyle insanlar maaşımı az görüyorlar, kıymetimi aldığım maaşla ölçüyorlar. Görünen, itibara dönüşen kısmın düzeltilmesini istiyorum. İkincisi kartvizitim yaptığım işi yansıtmıyor. Üçüncüsü, çok iyi bir yönetici oldum ancak karar mekanizmasını bilmiyorum. Hayatım boyunca yönetici olarak kalmak istemiyorum.” dedim. Döndü dedi ki; “İlk ikisini beraber çözeceğim, biraz sabret. Ancak üçüncüsü benim aileme mahsus.”
Aileme mahsus deyince ben anladım ki oraya dokunamam. Üçüncü benim için daha önemliydi, bu yüzden ayrılmak durumunda olduğumu söyledim. “Bir şartla müsaade edeceğim. Sana teklif veren yerleri bana söyleyeceksin, izin verirsem gideceksin.” Peki dedim. Net Turizm’e gitmeme izin verdi ancak bir koşulu vardı: “Turizm şirketimizi canlandırıyoruz. Orada murahhas aza olmanı istiyorum.”
● Net Turizm’de aklınızda en çok yer eden anınızla devam edebilir miyiz?
Net Turizm’e geçmemde Besim Tibuk’un Kuşadası yakınlarında kuracakları Türk Köyü’nün sorumluluğunu bana vermek istemesinin büyük payı vardı. Projeyle ilgili sorumluluğu üstlenip bir taraftan projeyi fizik olarak çalıştırırken diğer taraftan da fizibilitesini yaptım ve gördüm ki proje fizibl değil. Başlayalı dört ay olmuştu. “Arkadaş bu proje fizibl değil, ben fizibl olmayan bir projede çalışmam.” dedim. Güldüler. “Fizibl olup olmadığından sana ne. Sen yap. Yatırımcı biziz.” Ancak ben direndim. Net Turizm’in o zamanki üst yönetiminde bazılarında bu negatif olarak algılandı. Besim Bey dahil birkaç kişi ise olumlu karşıladı. Besim Bey beni çağırıp “Yönetim kuruluna gel anlat” dedi. Gittim anlattım. Proje askıya alındı. Ondan sonra döndü bana dedi ki: “Ayrılmak istiyorsan bir şey diyemem ancak yaklaşımını beğendik. Bizi de tanıyorsun artık. Bize ne tür bir hizmet verebilirsin? Bir düşün bakalım.”
“Yetiştirdiğim en iyi öğrencilerden birisin”
Fuat Bey’e dair bir anınızı anlatır mısınız?
Türkiye’nin bugün de dahil en büyük taşımacılık projesini yaptık. 30 ayda 300.000 ton boruyu Fransa’dan Bağdat’a taşıdık. O büyük işi yaptığımız zaman her hafta pazartesi günü saat 10 ile 11 arasında 17 kişinin katıldığı toplantı olurdu. 17 kişinin sadece 5 tanesi İstanbul’daydı, gerisi Bağdat’tan, İskenderun’dan, Ankara’dan, Cenevre’den vs. gelen insanlardı. Herkes işini tam olarak yaptığı için bir saatte biterdi toplantı. Çünkü Fuat Bey derdi ki “Hazırlıklı iseniz bir toplantı için bir saat yeterlidir ama hiç hazırlığınız yoksa 5 saat daha olsa toplantı bitmez.” Fuat Bey’den acımasız bir toplantı disiplini aldım. 10 sene Net Grubu’nda otuzun üzerinde, yedi sene de Yapı Kredi’nin Enternasyonel grubunda ona yakın şirketin tepe yöneticiliğini yaptım. Hiçbir toplantının iki saati geçmesine izin vermedim ama her zaman da bir saatte bitiremedim. Fuat Bey kadar başarılı olamadığımın resmidir. Ancak onun şu iltifatına mazhar oldum: “Zaman kullanma ve işin ruhunu yakalama açısından yetiştirdiğim en iyi öğrencilerden birisin.” Bu bana yeter.
Beşinci senede bankayı kurdum
Net Turizm’i halka açık bir şirket haline getirmeyi kurguladım. Transtürk’ten tecrübeliydim. Turizmde büyüyen bir şirketin 10 yıllık perspektifini çizip bir stratejik plan çıkardım. Birinci seneye holdingin, ardından sırasıyla ihracat, yapı, sigorta, banka vb. grup şirketlerinin kurulmasını koydum. Besim Bey’in hoşuna gitti bu. “Genişletilmiş yönetim kurulu yapıp bunu herkese anlatalım.” dedi. Tarabya Oteli’nde yüze yakın kişiyi bir araya getirdik. Tepkisizce dinleyen katılımcılar, “NetBank’ı kuracağım” dediğimde birden gülmeye başladılar. Ancak ben sonuna kadar anlattım. Sunum bitti, içlerinden birisi, hala sağdır, Sümer Mutlu Ağabey geldi, elimi iki elinin arasına alarak “Şu konuşmayı şu yüz kişiye demoralize olmadan sonuna kadar yapmış olmak korkunç bir iş.” dedi. Diyemedim ki “Ben Boraniç’in öğrencisiyim, Fuat Bey’in rahle-i tedrisinden geçtim, babam da kulağımı çekti.” Net Holding’in 10 sene genel koordinatörlüğünü yaptım, beşinci senede bankayı kurdum.