İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz döneminde gıda israfı nereden çıktı diyebilirsiniz. Bunu sormakta da son derece haklısınız. Çünkü yapılan araştırmalarda toplam nüfusumuzun % seksen kadarının (yaklaşık 68 milyon kişi) açlık ve sefalet içinde ve birçoğunun açlık sınırının altında gelir elde ettiği sonucuna varılmıştır. Doğal olarak açlık sınırının altında yaşayan başta emekliler olmak üzere dar ve sabit gelirlilerin gıda israf etmesi söz konusu bile olamaz. Zaten bu kadar sayıları çok olan aileler fiyatların sürekli artması, alım gücünün her geçen gün düşmesi, hayat pahalılığının yüksekliği karşısında yeterli gelir elde edemedikleri nedeniyle beslenmesi için gerekli olan gıda ürünlerine ulaşması oldukça zor ve hatta imkânsız duruma gelmiştir. Daha da ötesi yetersiz beslenme sebebiyle önümüzdeki süreçte başta obezite olmak üzere bir takım sağlık sorunlarının yaşanacağını tahmin etmek zor değildir.
Yukarıda bahsetmeye çalıştığım kesim dışında kalan %20 lik kesim ise enflasyondan hiç etkilenmeyen, alım gücü konusunda problem yaşamayan, hayat pahalılığını hissetmeyen yüksek bir gelire sahiptir ve bunların sayıları yaklaşık 18 milyon civarındadır. Gıda israfı da bu ailelerde olabilir. Bazı yemekleri beğenmeyen ve ekmek dahil yemek arıklarını çöpe atan veya yapılan yemekleri ertesi gün yemeyip israfa neden olan ailelerin olduğu bir gerçektir. Çünkü bunların ihtiyaçlarının satın alınmasında hiçbir problem yoktur ve tabiri caiz ise yedikleri önünde yemedikleri arkasındadır. Ve bazı yemek türlerini beğenmedikleri görülmektedir.
Dinimize göre ekmek veya yiyecek etmek; bunları gereğinden fazla kullanmak yani müsriflik günahtır. Ancak %99 u Müslüman olan ülkemizde bu gıda israfı konusunda hiç özen gösterilmemektedir. Bazı aileler ekmek ve yemek artıklarını hayvanlara vererek boşa gitmesini önlemektedir ve doğru bir davranıştır.
Bizim millet olarak dinimizde belirtildiği gibi” komşusu aç iken tok gezen bizden değildir “gibi bir yaklaşımımız vardır ve birbirimize yardım etmeyi severiz. Allah tekrarını göstermesin geçen yılki yaşadığımız ve yüzyılın felaketi olan depremde ve bundan önce yaşadığımız 1999 depreminde hepimizin hatırlayacağı üzere hepimiz yardım için seferber olduk ve başta hükümetin tüm gayretleriyle hiçbir depremzede kardeşimizi aç bırakmadık. Doğal afetlerde böyle bir yardım yaklaşımında olan bir milletin yemek artıklarını, ekmek kalıntılarını atması tabii ki normal karşılanamaz.
Eskiden lise yıllarımın geçtiği Antalya’da (1970 li yıllar) apartman yaşamı yeni başlamıştı ve çoğu evler tek katlı gecekondu şeklinde idi. Tüm komşular birbirlerine birere ikişer tabak yemek ikram ederlerdi ve bu sistem her gün devam ederdi. Şimdilerde ise apartman yaşamı başladığından bırakın yemek ikram etmeyi birbirimizi ya çok geç tanıyor veya hiç tanımıyoruz. Muharrem ayında yapılan aşureyi bile dağıtırken zorlanıyoruz. Kurban kestiğimizde de benzer şekilde kime vereceğimizi bilemiyoruz.
Gıda israfının değerlendirilmesinde en önemli ve değerli yol üniversite öğrencilerine yiyecek yardımı yapmaktır. Günümüzde yaşadığımız yüksek enflasyon nedeniyle en çok sıkıntı çeken kesimlerden biri de özellikle taşradan gelen öğrencilerdir. Karın doyurmak için simit çay içseler bile maliyeti ortadadır. Dolayısıyla bu tür öğrencilere yiyecek yardımı yapmak kutsal bir görevdir.
Bir başka yiyecek yardımı yapılabilecek kurum ise çocuk esirgeme kurumudur. Kimsesiz veya başka türlü sebeplerden dolayı bu gibi yerlerde yaşam savaşı veren çocuklarımız unutulmamalıdır. Ayrıca yiyecek, içecek yardımı için kimsesizler yurdu, huzurevleri de düşünülmelidir.
Yukarıda saymaya çalıştığım kurum ve kuruluşlara başka ilaveler yapmak mümkündür. İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz olmasa dahi yiyecek ve içeceklerin tek gramını dahi çöpe atmamalı mutlaka bir şekilde kullanmalıyız. Ayrıca öncelikle Afrika başta olmak üzere çocukların ve vatandaşların açlıktan ne durumuma geldiğini yazılı ve görsel basından izlemekteyiz ve bunları unutmamalı gıda israfına son vermeliyiz.
Gıda eşrafının en çok olduğu kafeterya, otel, tatil köyü ve lokantalara gelince durum kat be kat olumsuz şekilde artmaktadır. Açık büfe kahvaltı veya serpme kahvaltı, açık büfe öğle ve akşam yemeklerinde yapılan gıda israfı ciddi boyutlara ulaşmaktadır. İnsan psikolojik olarak aç iken her şeyi yiyeceğini düşünerek yemek masasında ne varsa almakta, ancak aldığı yemeğin neredeyse yarısını ya beğenmediği için ya da doyduğu için tabağında bırakmakta, bu da israf neden olmaktadır. Bir de bazı otellerin her şey dahil sistemi ile çalıştığını düşündüğümüzde, otel müşterisi hiç dışarı çıkmadığı için üç öğün açık büfe yemek almakta ve israf daha da çoğalmaktadır.
Alınan yemek artıkları tekrar yerine konamayacağına göre insanların yiyeceklerinden az yiyecek almaları, yetmediği taktirde tekrar almaları yani hiç artık bırakmamaları gerekmektedir ama bu sisteme ayak uyduracak kimse sayısını tahmin etmek son derece zordur.
Yukarıda saydığım sebepler nedeniyle açık büfe yemek ve kahvaltı sisteminden vazgeçilerek alakart sistemine dönülmeli ve israfı minimuma indirmek için çalışmalar yapılmalıdır.
Karar gazetesinde yer alan habere göre;
Türkiye’deki gıda israfına dikkat çekmek ve bu israfı önlemek için “Boşa Harcama” adlı bir video serisi başlatıldı.
Türkiye, kişi başına en fazla gıda israfının yapıldığı ülkeler arasında 3. sırada yer alıyor. Ülkemizde satın alınan ekmeğin %34’ü, deniz ürünlerinin %12,5’i, kuru baklagilin %32’si, kırmızı etin %17’si ve süt ile süt ürünlerinin %41’i çöpe gidiyor. Toplamda, yıllık 26 milyon ton gıda israfı gerçekleşiyor.
Mutfaklarda tasarrufu teşvik etmek amacıyla çalışan ünlü şef ve yemek yazarı Refika Birgül, bu soruna dikkat çekmek için etkileyici bir proje başlattı. Gıda israfını önlemek ve farkındalık yaratmak için çöp konteynerlerini inceleyen Birgül, hâlâ kullanılabilir durumda olan meyve, sebze ve diğer yiyeceklerin atıldığını gözlemledi. Bu deneyimlerini “Boşa Harcama” adlı video serisinde paylaşarak, gıda israfını önleme yollarını anlatıyor.
Zühre Kurt’un Dünya Gazetesi’nde yer alan haberine göre, Birgül, çöp kutularında rastladığı örneklerle, tarladan sofraya kadar gıda israfının nasıl yaygın olduğunu ve bunun önlenmesi gerektiğini vurguluyor. Türkiye’de kişi başına yılda 93 kilogram gıda israfı yapılırken, bu miktarın tedarik zincirindeki kayıplarla birlikte toplamda 26 milyon tona ulaştığı belirtiliyor. Almanya’da ise bu rakam yalnızca 70 kilogram civarında. Türkiye’de geri dönüşüm oranı %27 iken, bu oran Almanya’da %67’ye çıkmış durumda.
Refika Birgül, israfı önlemek için eylül ayında başlayacak video serisinde dokuz aşamalı bir yaklaşım sunacak: doğru alışveriş, uygun saklama yöntemleri, yemek pişirirken kaynakları ekonomik kullanma, gıdaların bozulup bozulmadığını anlama, artan yemeklerle neler yapılabileceği ve bozulmuş gıdalarla yapılabilecekler gibi konuları kapsayacak. Bu bilgilerle hem mutfaklarda hem de geniş çapta gıda israfını azaltarak, çevresel ve ekonomik kazançlar sağlamak hedefleniyor.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar