Yaşı 50 ve daha üzeri olanların hatırlayacağı üzere ülkemizde 1980 lerin ortalarına gelene kadar döviz almak, satmak, taşımak yasaktı ve bu krala uymayanlar cezalandırılırdı. Merhum Turgut Özal döneminde dövizin serbest bırakılmasıyla birlikte tasarruf sahiplerinin yönü de değişti ve artık paradan para kazanma dönemi başladı.
Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün değerli sözlerinden biri ile devam edelim.” ÇALIŞMAYAN, ÜRETMEYEN BİR TOPLUM KAYBETMEYE MAHKUMDUR” Yani paradan para kazanmak yaklaşımı ile bir ülke kalkınamaz mutlaka çalışmalı ve üretim yapmalıdır. Özellikle içinde bulunduğumuz yaklaşık üç yıldan bu yana devam eden yüksek enflasyon, halkın alım gücünün her geçen gün düşmesi, hayat pahalılığının önlenememesi gibi nedenle, tasarruf sahibi olanlar için veya finansal okur yazarlığı olanlar için son derece gelir arttırıcı bir dönem oldu. Çünkü parası olan iyice zenginleşti, fakir ise iyice fakirleşti. Tasarruf sahipleri konjontürel dalgalanmalara göre finansal enstrümanları kullanarak servetini arttırdı ve dolara olan talep yükselmişti ve yerli ve milli paramızın değeri oldukça düştü.
Doğal olarak her tasarruf sahibi özellikle enflasyonun yüksek olduğu ekonomik ortamda mali değerlerini kaybetmemek, enflasyona karşı kendini korumak, kazanç sağlamak için dediğim gibi finansal yatırım araçlarını analiz ederek bir veya ikisine ya da hepsinden karışım sepeti yapabilir ve bugünkü ekonomik koşullarda normal kabul edilir.
Ekonomide her konu güvene endekslidir. Dolayısıyla ekonomik güven endeksinin yüksek olduğu ekonomik ortam sağlandığı zaman başta iş dünyası olmak üzere tasarruf sahipleri de yerli ve milli paramız olan TL ye güvenecekler, ileriye dönük atılacak adımlar konusunda olumlu karar verecekler ve böylece ekonomik kalkınma sağlanacak ve ülke büyüyecektir. Aksi durumlarda ise daha önce yaşadığımız gibi paramızın değerinin düşmesi yanında yatırımlar da yavaşlayacağı için başta devletin vergi gelirlerinin azalacağı, işsizliğin artacağı aşikardır.
Ülkemizde vatandaşlarımızı izlediğimizde, toplu taşıma araçları başta olmak üzere sokakta yürüyen insanlarda maalesef güler yüzlü kimseye rastlamak çok zorlaştı. Bunun nedeni geçim sıkıntısı başta olmak üzere herkesin geleceğe dönük endişe taşımasıdır.
Yukarıda bahsetmeye çalıştığım gibi ülkemiz zenginlerin iyice zenginleştiği, fakirlerin iyice fakirleştiği bir ülke konumuna dönüşmüştür. İsviçre merkezli UBS bankasının yaptığı araştırmaya gör dolar ve TL bazında en çok zenginleşmenin olduğu buna mukabil gelir adaletsizliğinin de yüksek olduğu ülke Türkiye’dir. Enflasyonun en ağır yükü maalesef dar ve sabit gelirlilere yüklendiği ortadadır. Dolayısıyla bu durumdan kurtulabilmemiz doğru ve sürdürülebilir bir ekonomi sisteminin uygulanmasına bağlıdır. Bir süreden bu yana sıkı para politikası uygulamaktayız ve bu uygulamanın devam edeceği (enflasyon düşene kadar) ekonomi yetkilileri tarafında sık sık tekrar edilmektedir. Uygulamanın enflasyonun sebeplerinden biri olan iç talebi azaltmak açısından doğrudur. Fakat %20 şerlik beş gelir grubu irdelendiğinde en çok geliri olan %20 lik kesimin (yaklaşık 18 milyon kişi) enflasyondan hiç etkilenmediği, ihtiyaçlarını fazlasıyla satın alabildiği; geri kalan %80 lik grubun (yaklaşık 68 milyon kişi) ise açlık ve sefalet içinde yaşam savaşı verdiği bir araştırma sonucudur. Yani yaklaşık 68 milyon kişi bırakın harcama yapmayı tenceresini bile kaynatmakta zorlanmaktadır. Koşulların bu kadar zor olduğu bir ekonomik ortamda dar ve sabit gelirlilerin zaten alım gücü sürekli olarak düştüğünden sıkı para politikası uygulaması söz konusu kesim için geçerli olamaz.
Hükümetin geçtiğimiz günlerde attığı en önemli adımlarda biri de vergi konusunda köklü bir değişikliğe gidilmesidir. Adil bir vergi sisteminin hayata geçirilmesi, kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması gibi önlemler alınması geç kalınmış olsa da yerinde ve doğru karardır. Ancak büyük şirketlerin vergi borçlarının silinmesi de kabul edilemez. Her platformda emekliye kaynak olmadığının, halkımızı enflasyona ezdirmedik ezdirmeyeceğiniz ifadelerinin tekrar edilmesi ise hesap ve mantık dışıdır.
Konumuza dönecek olursak yaklaşık 3-4 aydan bu yana döviz kurlarının yatay seyretmesi merkez bankası döviz rezervlerimizin carry trade veya sıcak para da olsa rekor düzeyde artması,uluslararsı kredi derecelendirme kurumu olan Mood’s in ülke notumuzu iki puan birden arttırarak B3 den B1 ve ülke görünümümüzü pozitif olarak değerlendirmesi, gri listeden çıkmamız, mevduat faizlerinin yaklaşık yüzde ellilere kadar yükselmesi gibi nedenlerle halkın bir kısmının TL ye olan güvenini arttırmış ve tasarruflarını yabancı para yerine yerli ve milli paramız olan TL de değerlendirmelerine yol açmıştır. Ancak MB rezervlerinin birçoğunun sıcak para ve carry trade yöntemiyle geldiğini, bir müddet sonra gideceklerini unutmayalım. Ayrıca döviz kurlarının yatay seyretmesi yabancı yatırımcıların ülkemize para getirmesi için yapılan bir uygulamadır ve uzun süre bu şekilde gitmeyeceği gerçektir. Çünkü çeşitli baskılarla kontrol altında tutulan kurlar bir yere gelip serbest kalabilir.
Konu hakkında Yeniçağ gazetesinde belirtilen BDDK verileri aşağıdaki gibidir.
Bankacılık sektöründe standart TL mevduatın toplam mevduat içindeki oranı yüzde 51,46 ile en son 2018 Kasım ayında görülen seviyelere yükseldi.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından yayımlanan haftalık verilere göre, standart TL mevduat faiz oranları yüzde 50’nin altında kalmasına rağmen, 19 Temmuz ile biten haftada standart TL mevduatın toplam mevduat içindeki oranı yüzde 51,46’ya ulaştı. Bu oran en son 30 Kasım 2018’de görülmüştü.
BDDK’nın haftalık bankacılık sektörü verilerine göre, sektörün kredi hacmi 19 Temmuz haftasında bir önceki haftaya göre 41,56 milyar lira azalarak 13 trilyon 915,5 milyar liraya geriledi. Aynı dönemde, bankacılık sektöründe toplam mevduat ise bankalar arası dahil, geçen hafta 74 milyar 128 milyon lira artarak 16 trilyon 747 milyar 35 milyon liraya çıktı. Standart TL mevduat, 19 Temmuz haftasında 75,9 milyar lira artışla 8 trilyon 618,8 milyar liraya yükseldi.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar