Bir ülkenin kalkınması için üretim faktörlerinin önemi tartışılamaz bir gerçektir. Üretmeden, çalışmadan edinilen kazanımlar gelip geçicidir ve ekonomiye katkısı da kalıcı değildir. Gelişmiş olan ekonomilerde üretim faktörü ön plandadır ve diğer ekonomi ögeleri ile birlikte büyüme sağlanmaktadır.

Üretim zenginliği veya üretim çeşidi ne olursa olsun şeklinde olmamalıdır. Önemli olan katma değeri yüksek ve teknolojik ürünler üretilmeli; yükte hafif pahada ağır ürünler tercih edilmelidir. Çünkü üretim kaynaklarının en verimli şekilde kullanılması ihracatı artıracak, uluslararası pazarlarda rekabet avantajı sağlayacak, ülke prestijini arttıracaktır. Böyle bir üretim yöntemi uygulandığında tüm dünyanın gözde ülkelerinden biri olabilmek hiç de hayal değildir. Tüm insanlığın hizmetine yön verebilecek imalat yapabilmek ve bunları dünyaya tanıtabilmek pek tabii ki kolay bir işlem değildir. Başka bir ifade ile üretim yapmak kolay bir süreç değildir. Üretim faktörlerini bir araya getirebilmek ve işlemler sırasında teknolojiden ve insan gücünden en verimli şekilde faydalanabilmek cesaret ve en üst seviyede bilgi ve beceri isteyen bir seyir izler. Bu bağlamda diğer iş insanlarımızın faaliyetleri de önemlidir ama üretim yapmak bir tık daha değerli olmaktadır.

Geçen yıl hükümetin uygulamaya koyduğu ve Türkiye modeli diye isim verdiği ekonomik kalkınma modelinin ana teması üretimdir ve kendi kendine yeten ülke olmak hedeflenmektedir. Konuya bu açıdan bakıldığında doğru bir yaklaşımdır ve hepimiz tarafından desteklenmesi gerekir. Ancak uygulanan model veya gidilen yol tartışmaya son derece açıktır. Çünkü faizlerin düşürülmesiyle birlikte enflasyon yükselişe geçti, döviz kurları inanılmaz şekilde hareketlendi, alım gücü hepimizin düştü, hayat pahalılığı hepimiz için önemli bir faktör olarak gündemde yerini aldı.

Üretim odaklı büyüme hedefine ulaşmak pek tabii ki ülkede üretim seferberliği başlatılmakla gerçekleşecektir. Üretim bileşenlerinin faaliyete geçmesi için ise maliyetlerin mümkün olduğu ölçüde düşürülmesiyle birlikte girişimcilerin teşvik edilmesiyle mümkün olacaktır. Bundan dolayı düşük faiz politikasına başlanmış, sanayicilerimizin ucuz kredi imkanlarından faydalandırılarak maliyetlerin düşürülmesi ve düşen maliyetin tüketici fiyatlarına yansımasıyla birlikte enflasyon da kontrol altına alınması temel hedef olarak belirlenmiştir. Ancak ekonomi entegre çalışan bir sistemdir ve birtakım dengeler birbirini etkilemektedir. Pek tabii ki amaca ulaşabilmek için bazı fedakarlıkların yapılması kadar normal bir olay yoktur ama biz vatandaş olarak ekonomik olumsuzluklardan epeyce etkilendik.

Üretim kaynaklarının doğru ve verimli kullanılması sonucu ihracat rakamları artacak, ülkeye döviz girdisi sağlanması ile birlikte merkez bankası döviz rezervleri artacak ve gerekli görüldüğü dönemlerde merkez bankası bankalar aracılığıyla döviz kurlarına rahatça müdahalede bulunabilecek böylelikle döviz kurları kontrol altına alınabilecektir. Döviz kurlarının kontrol altına alınması ise enflasyonun önlenmesinin en önemli koşuludur. Çünkü ülkemizde ister yerli ister ithal olsun tüm ürünlerin fiyatları döviz kurlarına göre değerlendirildiğinden kurlar enflasyonla paralel yürümektedir. Üretimin ekonomiye katkılarından bir diğeri ise üretim artışıyla birlikte milli gelirimiz artacak ve fert başına milli geliri olumlu yönde etkileyecek, böylece milli gelirden vatandaşlarımızın aldığı pay da artacaktır. Ayrıca işsizlik azalacak, ithalat mümkün olduğu ölçüde azalacak, paramız dışarıya gitmeyecektir. Ayrıca yıllardan bu yana çözülemeyen cari açık sorunu da yapılacak olan ihracat rakamlarıyla kapanacak, hatta cari fazla verir duruma gelinecektir.

Üretimin artmasının en önemli etkilerinden biri de üretim çeşitliliği ve miktarının artmasıyla birlikte ülke içinde de arz fazlası oluşacağından arz ve talep kanununa göre ürünlerin fiyatları düşecektir. Üretim fiyatlarının düşmesi ise enflasyona olumlu şekilde yansıyacaktır. Sonuç olarak üretmeden, çalışmadan ekonomik büyüme sağlamlamaz.

Düşük faiz uygulaması, bir türlü üretim sektörüne yansımamış ve dolayısıyla hükümetin hedefine ulaşmasını zorlaştırmıştır. Çünkü başta özel bankalar olmak üzere merkez bankasından %12-13 gibi ucuz maliyetlerle aldıkları parayı yüksek oranlı faizlerle kredi olarak dağıtmışlar ve tarihlerinde görülmemiş oranda kar sağlamışlardır. Hükümet, alınan kredilerin hedeflere uygun şekilde kullanılması, amacı dışında kullanılmaması için bankalara zorunlu karşılık oranlarında yeni düzenlemeye gitmiş, kredi taleplerinin fatura karşılığı karşılanmasına karar vererek, alınan kredilerin dövize çevrilmesini önlemek için tedbirler almak zorunda kalmıştır. Yani politika faizlerinin düşmesi hiçbir işe yaramamış, enflasyonun ve döviz kurlarının yükselmesine sebep olmuş, millet her geçen gün yoksullaşmaya başlamıştır.

Üretim yapmak önemlidir. Ancak tamamen yerli üretim yapmak ekonominin temel taşları açısından bir kat daha önemlidir. Bugün ülkemizde yapılan üretimin hammadde ve ara malının yaklaşık yüzde ellisi yurt dışından döviz ödenerek gelmektedir. Döviz kurları da yükselmekte olduğundan üretim maliyetleri artmakta ve tüketici fiyatlarına zorunlu olarak yansıtılmaktadır. Bu bağlamda ithal ikame malların yerli üretimi ekonomi açısından oldukça önem taşımaktadır. İthal ikame ürünler ürettiğimiz zaman dışarıya bağımlılığımız azalacak, dış ticaret açığımız en aza inecek, enflasyon da olumlu şekilde seyredecektir. Dolayısıyla üretim yapmanın önemi kadar tamamen yerli üretim yapmak ekonomik gelişmelerin temel kaynağıdır ve kendi kendimize yeten ülke konumunda olmamız için yeter ve gerek koşuldur. Yüzde otuzun üstünde ithal girdi kullanan sektörler

Kaynak; Öz Lale Ümit, Karakurt Alper, ”Türkiye ‘de Tasarruf Açığının Nedenleri ve Kapatılması İçin Politika Önerileri” Bankacılık Dergisi; 2012

Türkiye 2003 yılından 2022 Temmuz ayına kadar 663 milyar dolar cari açık verdi. Bu açığın nedeni, üretimin ithal girdiye bağımlı olmasıdır. Eğer bu açığı yatırım malı ithalatı için vermiş olsaydı, şimdi ülke cari fazlaya dönmüş olurdu.

Ocak -Temmuz İthalatın yapısı;

* Yatırım malı; yüzde 10,5

* Aramalı ve hammadde; yüzde 8,9

* Tüketim malı; yüzde 7,7

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist