İklim değişikliğinin denizler üzerindeki etkisinden bahseder misiniz?
İklim değişikliğinin denizler üzerinde yaygın şekilde bilinen iki ana etkisi var. Bir, deniz suyunda özellikle yüzey suyu sıcaklıklarının artması, diğeri de deniz su seviyelerindeki artış. İklim değişiminin denizler üzerinde başka etkileri de var. Örneğin istilacı türlerin denizlerimizde yayılmasını da iklim değişikliği tetikliyor. Bir diğeri okyanus asitlenmesi yani denizin asitliliğinin artması ki bu denizdeki birçok kabuklu canlıya, mercanlara kadar en az sıcaklık artışı kadar zarar veren bir değişim. Bizim denizlerimiz üzerinde iklim değişiminin etkisi küresel ortalamanın daha ötesinde. Dünya denizleri ortalama 1.1 derece sıcaklık artışından etkilenmişken bizim denizlerimiz ortalama 1.5-2 derece arasında etkilenmiş durumda. Tabii bölgeye göre değişkenlik gösteriyor. Ege Denizi bu sıcaklık artışlarından daha az etkilenirken Doğu Akdeniz’e geldiğimizde 1.5 derecenin üstünde sıcaklık artışı görüyoruz. Karadeniz’in doğusuna gittiğiniz zaman 2 dereceye varan sıcaklık artışları olmuş. Karadeniz’de bulunan katmanlaşmış yapı ve bazı fiziksel sistemler değişmiş durumda. Kış koşullarıyla bu yapı eskiden desteklenirdi şimdi bunun ortadan kalktığını görüyoruz. Bu da az oksijenli suların yüzeye daha da yaklaşması demek ki bunun da olduğunu görüyoruz. Marmara Denizi’ni uydudan gözlemlemek zor olduğu için kendimiz Marmara’da ölçümler yapıyoruz. Ama şunu rahatça söyleyebilirim. 1.5-2 derece arası Marmara’da sıcaklıklarda artış görüyoruz. İklim etkisiyle sıcaklıkların artışıyla özellikle Akdeniz’de istilacı türlerin yayıldığını, Doğu Akdeniz’de istilacı türlerin balık popülasyonlarına baskın geldiğini görüyoruz. Bunlar Ege’ye, Marmara’ya hatta Karadeniz’e yayılma eğilimindeler şu anda. Okyanus asitlenmesinin mercanlar üzerindeki etkilerini şu anda ilk ölçümlerimiz sayesinde görüyoruz. Yağışlar tabii etkileniyor. Akdeniz Bölgesi’nde yağışlar azalırken Doğu Karadeniz Bölgesi’nde artacağını öngörüyoruz. Bunların da denizler üzerinde çok ciddi etkileri olacaktır. Bunlar da özellikle DEKOSİM ve yeni kurulan ODTÜ İKLİM (İklim Değişikliği ve Sürdürülebilir Kalkınma Uygulama ve Araştırma Merkezi) kapsamındaki araştırma konularımız içinde.
KİRLİLİK VE KIYISAL YAPILAŞMA
Türkiye’nin denizel biyoçeşitliliğini tehdit eden unsurlar nelerdir?
Türkiye’nin denizel biyoçeşitliğini doğrudan tehdit eden unsurların başına sürdürülebilir olmayan ve ekosisteme dayanmayan avcılığı koyarım. Sürdürülebilir avcılık/balıkçılık kavramının da ötesine geçip ekosisteme dayalı balıkçılığa geçmemiz gerekiyor. Sürdürülebilir avcılık genelde tek bir türün belli bir seviyede kendi biyokütlesini idame ettirmesine dayanır ama hedef bu olmamalı. Bunun farkında olarak ekosisteme dayalı balıkçılık planlanmalı. Yenilikçi yetiştiricilik yöntemlerine yönelmemiz gerekiyor. Diğer taraftan sıcaklıklardaki artış, kirlilik ve kıyısal yapılaşma da biyoçeşitliği tehdit eden unsurlardan. Yalnız artık sadece biyoçeşitlilik ekosistem sağlığının göstergesi değil. Ekosistem sağlığının göstergesini doğru anlamak için biyoçeşitlilik ve o ekosistemin baskılara karşı dayanıklılığına beraber bakmamız gerekiyor.
Denizlerdeki oksijen oranını arttırmak için ne gibi tedbirler alınmalı? Nasıl bir yol izlenmeli?
Denizlerdeki oksijen oranını artırmanın ana yolu denizlerdeki kirlilik baskısını azaltmak. Daha sonra denizlerdeki koruma alanlarını artırmamız gerekiyor. Birleşmiş Milletler Okyanus Konferansı’nda 2030’a kadar yüzde 30 oranında koruma alanı olması önerildi, COP15 Biyoçeşitlilik Konferansı’nda da bu tartışıldı. Bizim de ülke olarak bunu benimsememiz gerekiyor. Doğru planlamayla bu yapılırsa büyük artıları olur. Doğru planlamadan kastım nedir? Denizlerden birçok yönden faydalanıyoruz, işin özellikle enerji, taşıma, yetiştiricilik ve balıkçılık yönü var. Doğru planlama ile yapılırsa bu sektörleri destekleyecek şekilde koruma alanları planlanır ve denizlerdeki oksijen oranının artmasına, ekosistemin güçlenmesine, balıkçılığın desteklenmesine yönelik birçok adım atılmış olur. Denizlerdeki oksijen oranını etkileyen başka unsur iklim değişimi, sıcaklık artışları. Bunlar denizlerdeki katmanlaşmayı, denizlerdeki ana akıntı sistemlerini değiştiriyor. Kıyısal yapılaşma da biyoçeşitliliği çok etkiliyor çünkü özellikle denizde birçok canlının üremesi kıyılarda gerçekleşiyor, kıyılarda artık yapılaşmamamız gerekiyor. Bir an önce karbon salımını azaltmamız gerekiyor. Bu anlamda Paris Anlaşması’nı imzaladık; 2033’e kadar yarı yarıya azaltma hedeflerimiz var.
Denizlerin karbon tutma kapasitesi ne demek? Bu neden önemli?
Bir taraftan fosil yakıt kullanımını azaltma yönünde adımlar atarken diğer taraftan kara ve deniz ekosistemlerini güçlendirerek bunların karbon tutma kapasitelerini artırmamız gerekiyor. Bu, karada daha kolay ama diğer taraftan baktığımızda özellikle insan kaynaklı karbonun büyük bir çoğunluğunu denizler tutuyor. Yani denizlerin karbon yutma kapasitesi dediğimiz şey gezegenimiz için hayati öneme sahip. Dolayısıyla bizim denizlerin bu kapasitesini artırmamız gerekiyor. Peki bu nedir? Şimdi aynı karadaki gibi denizde de birçok bitki yaşıyor. Karada ormanlar ciddi biçimde karbon tutarken, fotosentez yapıp bu karbonu bünyelerinde hapsederken daha sonra bunu toprağa aktarırken denizde bu rolü mikroskobik canlılar ciddi biçimde üstlenmiş durumda. Fitoplankton dediğimiz mikroskobik canlılar denizdeki çözülmüş karbondioksidi alıp fotosentez yapıyorlar. Daha sonra bunlar ölüp deniz tabanına çöküyor ve gömülüyor. Bu döngü çok önemli. Çünkü atmosferdeki karbondioksit denizde çözülüyor. Denizdeki karbondioksit bu canlılar tarafından alınıp derin denize taşınıyor. Bu olmasaydı bugün dünyada hayat olmazdı.
Prof. Dr. Barış Salihoğlu
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nün bu anlamda yürüttüğü çalışmalardan bahsedebilir misiniz?
Bu konudaDEKOSİM (Deniz Ekosistem ve İklim Araştırmaları Merkezi), ODTÜ İKLİM,T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile yürüttüğümüz MARMOD projesi ve Ufuk Avrupa destekli BRIDGE-BS projemiz mevcut. Bu çerçevede Marmara’nın ve Karadeniz’in karbon tutma kapasitesini araştırmaya başladık. Bu denizlerdeki ve atmosferdeki karbondioksit seviyelerini ölçüyoruz. Buna ek olarak bu denizlerin şimdi ph seviyesini, alkalin etkisini, tuzunu, sıcaklığını birçok unsurunu ölçmemiz gerekiyor. Bir de denizlerdeki ekosistemi doğru anlamanız gerekiyor ki bu tutulan karbon ne kadarı deniz tabağına aktarılıyor. Çünkü deniz ekosistemi sağlıklı değilse bu karbon yüzeyde tutulur ama sonra geri atmosfere verilir. Bunun da bir faydası olmaz. Yani bunun sağlıklı bir ekosistem çerçevesinde deniz tabanından bir miktarının aktarılması gerekiyor ki bu atmosferdeki karbondioksit alınmış ve daha sonra biyolojik pompa dediğimiz bir mekanizmayla deniz tabanına aktarılmış olsun. Dolayısıyla A’dan Z’ye bir çalışma gerektiriyor.
HER DERİNLİKTE ÖLÇÜM ALABİLECEK
Deniz kaşifi bu konularda nasıl bir etki yaratacak ve ne tür girdiler sağlayacak?
İş Bankası katkıları ile kazandığımız deniz kaşifi, üzerindeki ölçüm yapan cihazlar sayesinde denizlerin oksijen seviyeleri ile ilgili ya da ekosistem sağlığı ile ilgili çeşitli bilgiler verecek. Bunlar doğrudan denizin karbon tutma kapasitesi ile ilgili ölçümler değiller. Bunları gemiden yapmamız gerekiyor ama oksijen oranı ile ilgili doğrudan ölçümler yapacak. Ekolojik sağlığın ve biyolojik üretkenliğin bir göstergesi olan klorofil seviyelerini ölçecek. Ama Deniz Kâşifi’nin en önemli özelliği denizin her derinliğinden sürekli ölçüm alabilmesidir. Denizin uyduyla yüzeyini görmek ya da gemilerle belli noktalarda ölçümler almak çok önemli ama bunları bu tür sürekli ölçümlerle tamamlamak tabii ki bilimsel olarak gerek denizin biyoçeşitliliği gerekse karbon tutma kapasitesi, oksijen oranı, oksijen üretim oranı ile ilgili çok daha doğru bilgilere ulaşmamızı destekleyecek ve son dönemlerde özellikle bir yönetici yönetişim mekanizması olarak geliştirdiğimiz denizlerin dijital ikizine de ciddi bir katkı vermiş olacak.