Ülkemizde maalesef yaşadığımız yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı nedeniyle bir çoğumuzun geleceğe dair endişeleri artmaya başladı. Toplu taşıma araçlarında, caddede yürürken, kahvede, işyerlerinde maalesef tedirgin ve düşünceli yüzler çoğaldı ve güler yüzlü kişileri az görmeye başladık.
Özellikle art arda gelen zamlar hayat pahalılığını olumsuz yönde etkilediği gibi vatandaşlarımızda yarın endişesi veya gelecek kaygısı oluşması gibi olumsuz gelişmelerin önünü açtı. Dar ve orta gelirli ailelerin yaşam standartları değişmekle kalmadı ve hepimiz tasarruf araçlarını sonuna kadar kullanmaya başladık.
Asgari ücretle çalışan işçi, emekli, öğrenci, memur, küçük esnaf artık eskisi gibi birtakım alışkanlıklarından vaz geçip enflasyonla yaşamanın verdiği olumsuzluklara katlanmaya başladı. Hükümetin üretime dayalı büyüme hedefini ortaya koyması ekonomik olarak doğru bir tutumdur. Ancak bu projenin uygulanabilmesi öncelikle enflasyonun indirilmesi, döviz rezervlerinin yüksek olması, işsizliğin olmaması gibi kriterlere bağlıdır ve bunlar bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Enflasyon yüksek iken faiz düşürmek sonuç vermeyecektir. Bir başka konu da cari fazlamızın olması yani ihracatımızın ithalatımızdan daha çok olması gerekir ki döviz rezervlerimiz yüksek olsun ve kurların yükselişine engel olabilelim ki enflasyonla mücadele edebilelim. Çünkü döviz kurlarının yükselmesi enflasyonu körüklemektedir.
İnsanlar enflasyon yükseldikçe psikolojik olarak birtakım sorunlarla karşılaşıyor ve kimilerimiz bu konuda tedavi alıyoruz. Özellikle çocuklarımızın geleceği için iyi bir tahsil yaptırmak bir tarafa okul harçlığını bile veremeyen gözleri dolu kişilere rastlamaya başladık. Maalesef bazı kimseler Pazar artıklarını toplayarak geçinmeye çalışıyor. Ucuz ürünler ve özellikle halk ekmek sırasında gördüğümüz binlerce vatandaş bir liranın hesabını yapmak zorunda kalıyor.
Ancak bazı vatandaşlarımızın tabiri caiz ise tuzu kuru olduğundan harcama sınırlaması, ihtiyaçlarını erteleme gibi bir sorunları olmadığını da gözlemliyoruz. Örneğin İstanbul Kadıköy Bağdat caddesinde genellikle hafta sonları kafeterya veya lokantalarda, eğlence mekanları tamamen dolu ve yer bulmak mümkün değil. Bu gruptaki insanlar gelir düzeyi yüksek, enflasyondan etkilenmeyen ve yarın endişesi olmayan kimselerdir. Fakat bu etkilenmeyen kesim toplumun yüzde kaçıdır? Bence bu oran %5 i geçmez.
Geçtiğimiz günlerde kamuoyu ile paylaşılan Birleşmiş milletler Türkiye raporuna göre ülkemizde 14,8 milyon kişi açlıkla mücadele ediyor. Açlık tanımını biraz açmakta fayda var. Açlık bir kimsenin karnını doyurması demek değildir. Vatandaşın yeterli ve dengeli beslenememesi anlamındadır. Dar ve orta gelirli kimseler nasıl et alıp yiyebilecek? Bırakın et, süt ürünlerini meyve günümüzde lüks yiyecekler grubunda yerini aldı. Semt pazarlarında 15-20 TL’den aşağı meyve görmek neredeyse imkânsız duruma geldi. Yaz mevsiminin gelmesi ile tarla sebzelerinin çıkacağı ve fiyatların düşeceği tahminleri de maalesef tutmadı. Çünkü özellikle akaryakıt fiyatlarına gün aşırı yapılan zamlar sebze ve meyve fiyatlarına anında yansıyor ve maliyetleri olumsuz etkilemeye devam ediyor. Akdeniz bölgesinden İstanbul’a gelen ürünler otoyol, mazot giderleri nedeniyle yüksek rakamlar ödemek zorunda kalıyor ve bu da taşınan sebze ve meyve fiyatlarına hemen yansıtılması anlamına geliyor. Dolayısıyla yaz sebze ve meyve fiyatları ucuzlayacağı yerde fiyatların üstüne nakliye bedeli eklendiğinden eskisinden daha pahalı fiyatla karşımıza çıkıyor. Akaryakıt fiyatlarının artması sadece sebze ve meyveyi değil iğneden ipliğe her türlü üretimin girdi maliyetlerini yükselttiğinden zam olarak karşımıza çıkıyor.
Birleşmiş milletler Türkiye raporunda yer alan diğer bilgiler ise;
Halkın %3 ü rahat yaşıyor.
Halkın %7 si idare ediyor.
Halkın %23 ü ucu ucuna geçinebiliyor.
Halkın %30 u zorlukla yaşayabiliyor.
Halkın %37 si ise çok zorluk yaşayarak geçinebiliyor.
Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı üzere halkımızın %10 luk kesiminin geçim derdi yok denebilir. Kalan %90 lık büyük bir nüfus ise geçim zorluğunu tabiri caiz ise kemiklerine kadar hissediyor.
Görevde bulunan her hükümet vatandaşının sıkıntı çekmesini kesinlikle istemez. Hatta mümkün olan en yüksek refah seviyesini sunmak ister. Ancak bazı yanlış ekonomi politikalarında da ısrar edilmemesi gerekir. Yanlıştan dönmek de bir erdemdir. Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi ülkemizde yaşam maliyetinin yükselmesi ile birlikte psikolojimiz de bozulmaya başladı. Yazılı ve görsel basında izlediğim bir haberi paylaşmak isterim: Sultanbeyli’de bir kiracı, yüksek ücret isteyen ev sahibine tepki olarak evi yakmaya kalkışmış. Çok vahim bir olay olduğu aşikardır. Geçim zorluğu insanlara neler yaptırıyor veya yaptırabilir? Bu tür olayların son derece üzücü olduğunu söylemeye gerek yok.
Hükümetin liralaşmayı sağlamak için birtakım önlemler aldığını ve belirli zamanlarda yeni modeller yürürlüğe koyması da hazineye ek yük getirmekte ve maliyetler de vatandaşlardan toplanan vergilerle karşılanmaktadır. Başka bir deyişle parası olan her zaman kazanıyor ama fakir de her geçen gün fakirleşiyor.
Özetlersek enflasyon her olumsuzluğun sebebidir.
Saygılarımla
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist