Ağustos 2021’den bu yana politika faizlerinin düşürülmesi ile başlayan döviz kurlarının aşırı yükselmesi ve tırmanan enflasyon oranları doğal olarak ekonomi yönetimini birtakım kararlar almaya zorunlu bırakmıştır. Hatırlayacağınız gibi Ağustos 2021 de dolar kuru 7-7,5 TL aralığında seyrediyordu ve düşük faiz politikasına geçmemizle birlikte yükselişini hız kesmeden sürdürdü ve Aralık 2021 de 18 TL ye kadar yükseldi. Tabii ki spekülatörler de boş durmadı ve dolar kurunun 25-30 TL ye kadar çıkacağı dedikoduları yayılmıştı.
Doğal olarak tasarruf sahipleri ve kurumlar enflasyondan korunmak için TL’den kaçmaya ve dövize yatırım yapmaya başlamışlardı.
Ekonomi yönetimi 20 aralık akşamı aldığı bir kararla kur korumalı mevduat sistemini uygulamaya koymasıyla birlikte döviz kurları %35-40 oranında aşağı yönlü hareketlendi ve kur korumalı mevduat sistemine halkın büyük kısmının ilgi göstermesi nedeniyle döviz kurları bir nebze olsun hareketliliğini azalttı ve istikrarlı denilebilecek seviyelerde kaldı. Aynı yöntem yastık altındaki altın tasarrufları için uygulamaya konuldu. Burada amaç, halkın dövize olan talebini minimuma düşürmek ve polarizasyona engel olmaktır ve doğru bir karardır. Ancak hazineye getireceği veya getirdiği yük tartışma konusudur ve sürekliliği de belirsizdir. Belki de bir müddet sonra kur korumalı mevduat sistemine son verilecektir.
Politika faizlerinin aşağı çekilmesindeki amaç, ülkede üretimi geliştirmek, ihracatı arttırmak ve üretime dayalı bir büyüme programı olduğu için işsizliği de azaltmaktır. Ancak hızla yükselen döviz kurları ve enflasyon oranları sistemi tartışılır duruma getirmiştir.
Yerli ve milli paramız olan TL’nin güçlenmesi ve döviz kullanımının azalması amacıyla ekonomi yönetimi i ocak ayında çıkan bir yasa gereği ihracatçıların döviz gelirlerinin %25 ini bankalar aracılığıyla merkez bankasına günlük kurdan satma zorunluluğu getirilmişti. Alınan bu karar iş dünyası tarafından çeşitli eleştirilere konu oldu ve birçok iş insanı uygulamanın yanlış olduğunu savunmuşlardı.
Hepimizin bildiği gibi biz Türkiye olarak üretimimizde kullanılan ara mamul ve hammaddenin tamamını yerli olarak tedarik edemiyoruz. Çünkü bazı özelliğe haiz gereçler yurt dışından ithal yoluyla gelmektedir ve bu ara mal veya hammadde oranı %50 nin üzerinde tahmin edilmektedir.
Bu konu tartışmaya açıktır. Şöyle ki; burada mantıklı düşünmek gerekir. Üretici veya ihracatçı %25 den fazla kar elde ediyorsa sadece karını TL ye bağlamış olacağından negatif etkisi olmayacağı düşünülebilir ve doğrudur. Ancak günümüzde yaşadığımız ekonomik krizi yabana atamayız. Çünkü hammadde veya yarı mamul tedarik koşulları günlük değişmekte ve dövizle satın alınabilmektedir. Bir başka konu da üretim işletmelerinin büyük çoğunluğu döviz borcu ile faaliyetlerini sürdürmeye çalışmaktadır. Yani hammadde ve yarı mamul tedarik edilmesi hiçbir zaman durağan değildir ve sürekli alım yapılma zorunluluğu vardır. Dolayısıyla bir üreticinin her zaman dövize ihtiyaç duyacağı kesindir ve fiyat hareketlerine karşı kendini korumak zorundadır.
Geçtiğimiz günlerde yasalaşan kanuna göre ihracatçıların döviz gelirlerinin %25 ini merkez bankasına satma zorunluluk oranı %40 a çıkarılmış ve 18 Nisan 2022’den itibaren yürürlüğe girmiştir. Yeni koşula göre %40 oranına çıkarılması iş dünyası tarafından yukarıda yazdığım sebeplerden ötürü hoş karşılanmamıştır.
Bu durumda ihracatçılar mutlaka kendilerine göre bir çözüm yolu bulma arayışına gireceklerdir. Bazıları yurt dışında bir firma açarak çeşitli yollarla paralarının yurda gelmesini geciktirecek bazıları da alıcılarla anlaşarak düşük fiyatlı mal satacaklardır. Yani alınan karar mali düzeni bozabilir.
Ekonomik kalkınmanın temel ögelerinden en önemlilerinin başında üretim faktörünün geldiğini hemen hemen her yazımda belirtmeye çalışıyorum. Ülkemizde üretim yapan işletmelerimize devlet desteği çeşitli şekillerde yapılmaktadır ama bazen yetersiz olduğu da bir gerçektir. Dolayısıyla ihracata dayalı büyüme hedefimiz olduğuna göre üretim yapan iş insanlarının eli öpülmelidir. Bir diğer konu da üretim süreci ve satış süreci zarfında yaşanabilecek döviz hareketlerinin olumsuz yansımasıdır. Bir üretimin mamul hale gelmesi en az altı aylık bir süreç demektir ve bu süre bazen daha da uzayabilir. İhracat yapılan bir ürünün bedelinin alınması da ayrı bir zaman alacaktır. Tabii ki üretim firmaları bu hesapları yapmak durumundadır.
Sonuç olarak ihracatçıların %40 gibi yüksek oranda ihracat gelirlerini TL ye çevirmeleri olumsuzluklara sebep olabilir.
Saygılarımla
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist