Kimya mühendisi olmasına rağmen önemli bir şirkette teknik bir rol almasından altı ay sonra fark etti, teknik işlerin ona göre olmadığını… Gönlü pazarlamadan yanaydı ve dediğini de yaptı. O günleri “İş hayatımın dönüm noktasıydı” diye tanımlıyor Amgen Türkiye ve Gensenta Genel Müdürü Güldem Berkman. Ardından da ekliyor: “İnsan doğru yerini bulduğu andan itibaren çiçek açmaya başlıyor. Kendini bile şaşırtacak kadar güzel işler yapıyor.”
Güldem Hanım, kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
1991 yılında Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümünden mezun oldum. Mühendislik eğitimimiz her halükârda faydalı olsa da kimya mühendisi olarak çalışmayı pek düşünmedim. Önce Radiometer Kopenhagen isimli bir Danimarka firmasının satış ve pazarlama bölümünde başladım işe. İki yıl boyunca orada ürün müdürü olarak çalıştıktan sonra Eczacıbaşı Procter and Gamble’a geçtim. Burada ürünlerin geliştirilmesi, ruhsatlandırılması gibi teknik konularla ilgilendim. Teknik dönemim yaklaşık iki yıl sürdü. Ondan sonra yine aynı şirkette pazarlamaya geçtim. 1998’de Danone’a geçerek orada hem su ürünleri hem süt ürünleri pazarlamasında görev aldım. On yıl boyunca hızlı tüketimde çalıştıktan sonra 2001’de ilaç sektörüne geçtim ve Novartis’te başladım. Novartis’te 16 yıl çalıştım. 2007 yılında Macaristan’da ülke başkanı oldum ve yaklaşık bir yıl Macaristan’da kaldıktan sonra Türkiye’ye döndüm. 7 yıl Türkiye Novartis’in başkanlığını yaptıktan sonra global bir proje için 2,5 yıl kadar süreyle İsviçre Basel’e gittim. 4,5 yıldır da 2017 yılında başladığım Amgen Türkiye ve Gensenta’nın (önceki ismi Mustafa Nevzat) Genel Müdürlüğünü yapıyorum. İki ayrı şirket olarak yönetiyoruz.
TEKNİK İŞLERİN BANA GÖRE OLMADIĞINI 6 AYDA ANLADIM
Neden teknik işlerden kaçarak pazarlama- satış tarafına geçtiniz?
Üniversitenin hazırlık sınıfındayken ders vermeye başladım. Sonra American Express kartlarını sattım. Bir sürü işle meşgul oldum. Hatta, üniversitede yaptığım işlerde; beş yılın sonunda okulu bitirip tam zamanlı bir işe başladığımda kazandığımdan daha fazla para elime geçiyordu. “Bordrolu bir işin olması lazım Güldem!” diye işe başlamıştım. Sonuç olarak o beş yıl bana aslında bir sürü tecrübe kazandırdı. Üniversite yıllarının çok boşa geçirilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Epey
bir şeyler öğrenmiş olarak iş hayatına girdim ve işe satış ve pazarlamada başladım. Küçük bir şirket olduğu için hem pazarlanması hem satışından sorumluydum ürünlerin. Bana çok uyan bir iş olduğunu hemen fark ettim. Ama sonra Eczacıbaşı Procter and Gamble gibi çok önemli bir şirketten teklif alınca her ne kadar teknik bir rol olsa da hemen kabul ettim. Çok iyi yapmışım. Önemli olan büyük bir lig oyuncusuna, büyük bir ekibe bir yerden girmekti aslında. Ancak ilk altı ayda fark ettim, bu teknik işlerin hiç bana göre olmadığını. Ondan sonra çalıştığım 1,5 yıl boyunca hep “nasıl pazarlama satışa geçebilirim” in peşindeydim. Ve günün sonunda geçtim… İş hayatımın dönüm noktasıydı. İnsan doğru yerini bulduğu andan itibaren çiçek açmaya başlıyor. Bir anda kendini bile şaşırtacak kadar güzel işler yapıyor.
Hayatımdaki önemli anlardan biri de Danone’a girmem oldu. Danone, Türkiye’de 98 yılında kuruluyordu. Türkiye’ye çok yeni gelmişti. Biz orada Serpil Timuray ile birlikte çalıştık. Hayatımda tanıdığım, pazarlamayı en iyi bilen kişilerden bir tanesidir. Bunun da doğal bir yetenek olduğunu düşünüyorum. Gerçekten bir ürüne bakar, bunu nasıl anlatmamız lazım, bununla hangi ihtiyaca cevap veririz, çok iyi hisseder. Dolayısıyla o yıllarda pazarlamanın nasıl yapılması gerektiğini çok içselleştirdim. Yoksa pazarlama dediğin güzel bir televizyon reklamı hazırlamak değil, önemli olan hangi ihtiyaca nasıl, cevap verebileceğini görmek. Benim ne sunacağıma değil, tüketicinin ne beklediğine hep konsantre olan bir insan olmamı sağladı Danone’daki tecrübem.
SİYAH KUĞU GİBİ OLMUŞTUM
İlaç gibi muhafazakâr bir sektöre geçtiğinizde zorluk yaşadınız mı?
Novartis’ten bölüm direktörlüğü teklifi almıştım. O dönemde uzun bir işe alma süreci devam ettirmişler. Tam içlerine sinen bir aday olmayınca başka sektörlere de bakalım demişler. Ben de riski alarak kabul ettim. Ancak siyah kuğu gibi bir şey olmuştum. O sırada benimle birlikte dört iş bölümü direktörü vardı. Diğer üç bölüm direktörü çok uzun yıllardır ilaç sektöründe tecrübesi olan arkadaşlardı. İkisiyle hemen çok yakınlaştık, beni çok desteklediler. Ancak birisi iş hayatımın belki de yegâne sorun yaşadığım kişisidir. Nedenini bilmiyorum. Aynı pozisyondaki kişilerin nasıl birbirlerine sıkıntı yaratabildiklerini de aslında o dönemde tecrübe ettim.
Nasıl aştınız o süreci?
Böyle bir sektör değişikliğinde en önemli olan şey, bağlı olduğunuz kişinin size iyi koçluk yapması. Sonuçta en az 15-20 yıldır o sektörde çalışan kişilerin yaptığı bölüm direktörlüğünü dün sektöre girmiş biri olarak yapmaya çalışıyordum ve tabii ki bilmediğim bir sürü teknik detay vardı. Bu konularda bence bağlı olduğunuz kişinin size tam destek vermesi ve inancını göstermesi çok etkili. O sıradaki ülke başkanı olan Altan Demirdere bana müthiş bir koçluk yaptı. Hiçbir zaman desteğini esirgemedi, sağ olsun. Kendisi konuların farkında olmakla birlikte artık son zamanlarda günlük işleri bizlere devretmişti. Başkalarıyla konuşurken “Bizim burada müthiş bir takım çalışması var” derdi, “ben takımım, arkadaşlar da çalışıyor.” (Gülüyor) Şu anda onu o kadar takdir ediyorum ki hiç kolay bir şey değil yaptığı. Günlük küçük işlerin içine asla girmezdi ama hiçbir detayı da atlamazdı, anlamadığım bir şekilde. Ben hala şu yaşa geldim tam beceremedim onun yaptığını.
ŞİRKETİN BİR TANE BİLE KADIN GENEL MÜDÜRÜ YOKTU
Novartis döneminizde önce Macaristan’a, sonra Türkiye’ye ülke başkanı oldunuz.
Bir gün biz yine Altan Bey ile konuşurken dedi ki, “Sen çok azimlisin, çok çalışkansın. Genel müdür olmayı düşünmüyorsun değil mi? Çünkü hiç kadın genel müdür yok bu şirkette.” O sırada fark ettim. Hakikaten 120’nin üzerinde ülkede operasyonu olan bir şirketin bir tane bile kadın genel müdürü yoktu. İnanılır gibi değil. Tesadüfen o yıl kadınları üst pozisyonlara hazırlayacakları özel bir eğitim programı dizayn ettiler. 10 kişiden birisi olarak ben de seçildim. Yurt dışındaki önemli üniversitelerde sertifika programları, eğitimler, dünya başkanından mentorluk falan gibi bir hazırlık sürecine aldılar bizi. Ondan sonra çok gurur verici bir şekilde şirket çapında, dünyadaki ilk kadın genel müdür Portekizli bir arkadaşım oldu. İkinci genel müdür de Macaristan’a ben oldum.
Macaristan’da başka bir ülkeye gitmenin ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Çünkü sudan çıkmış balık gibi oluyorsunuz. İlk yönetim kurulu toplantımıza gittiğimde bütün heyecanımla yaptığım konuşmaya hiçbir tepki alamamıştım. Hiçbir yorum da yapmamışlardı. Çok şaşırmıştım. Herhalde beni sevmediler diye düşünmüştüm. Bizde Türk kültüründe bir coşkuyzala karşılanırsın. Onların yabancılara güven duymaları için iyi tanımaları ve vakit geçirmeleri gerekiyor ve bu vakti de birebir geçirmeniz gerekiyor. O nedenle birebir birçok öğle yemeğine gittim. Ancak üç ay sonra doğru düzgün bir iletişim kurmaya başlayabildik. 10 ay sonra Türkiye’nin başına geçmek için davet edildiğimde hem ailevi sebeplerle hem de buradaki operasyonun Macaristan’ın beş katı büyüklüğünde olması sebebiyle çok sevinmiştim.
2010 yılı ilaç sektöründe bir daralma dönemiydi. O dönemi nasıl yönettiniz?
İnanılmaz bir fiyat kesintileri dönemi başladı 2009 yılında. 2010 ve 2011 yılları da çok zor geçti. Hayatımın en zor günlerinden biriydi 2009 yılının 29 Eylül’ü. O gün fiyatların yüzde yirmi kesildiğini öğrendik. Bir günden ertesi güne 80 milyon dolar kaybetmiştik. Şoke edici bir gelişmeydi. Üç yıl boyunca bu değişimi yönetmeye çalıştım. Bugünden bakınca daha iyi yönetebilirdim diye düşünüyorum. Çünkü o dönemde biz standart bir değişim süreci yaşadık. Değişimi kabullenmemekte direndik. Fiyatlar kesildi ama bir süre sonra düzelecek diye düşündük. ‘Yok, bu böyle olamaz. Bir yıl daha bekleyelim. İki yıl daha bekleyelim.’ Anladık ki üçüncü yıl öyle bir şey olmayacak. Gerçekten bir değişim oldu ve buna artık ayak uydurmamız lazım. Dolayısıyla da o dönemde öğrendiğim en önemli şey, bir; değişimi biraz daha hızlı kabul etmek lazım. İkincisi de bizim birbirini seven, çok iyi çalışan bir ekibimiz vardı. Durumun ortada olduğunu düşünerek anlatmaya gerek yok demiştik. Ama iki yılın sonunda insanların şirkete bağlılığı, çalışma azmi o kadar düştü ki yaptığımız hatayı anladık. Böyle bir büyük değişim döneminde insanlar çok net hikayeler dinlemek istiyor. Şu anda neler oluyor? Gelecek beş yılda ne yapacağız? Bunları sürekli tekrar etmeniz gerekiyor.
E-5’ten canhıraş bir şekilde karşıya geçtik
Linkedin’deki yazılarınızdan tecrübeyle öğrenme yöntemini kullandığınızı biliyorum. Üniversitelerin etkinliklerine de katılıyorsunuz.
Komik bir anımı anlatayım burada. Bir önceki şirketimde genel müdür iken, insan kaynakları müdürümüz ile İstanbul Üniversitesi Avcılar Kampüsü’ne Kariyer Günleri sunumu yapmaya gidiyorduk. Normalde şirket şoförümüz olmasına rağmen, İK müdürümüzün arabası ile sohbet ederek gitmeye karar verdik. Okula 3-5 km kala arabamız yolda kaldı. Sunum saatine de çok az kalmıştı. Arabayı park edip E-5’ten canhıraş bir şekilde karşıya geçtik. Taksi bulmanın da imkânsız olduğunu anlayınca, gelen bir minibüse binip okula ulaştık. Onca öğrenciyi bekletecek halimiz yoktu. (Gülüyor)
O gün, bana dünyanın sonu gibi gelmişti
Soğuk terler döktüğünüz bir ürün hikayeniz var mı?
Danone’da iken yepyeni bir maden suyu markası lanse edecektik. Tüm lansman hazırlıkları tamamlandı, gün belli, katılımcılar belli. Geri sayım sırasında şişelerin etiketlerine bakınca gördük ki üretim izni detayları eksik! O günkü üzüntümü kelimelerle tarif edemem. Çok yeni bir şirket olduğumuz için bu önemli detayı atlamışız. Derhal kriz yönetimi toplantıları yaptık, hemen o gün izinler için başvurduk. Lansmanı ertelemek yerine ürünü dağıtmadan marka lansmanı yapmaya karar verdik. O gün bana dünyanın sonu gibi gelmişti, ama öyle değilmiş. Akabinde birkaç hafta içinde izinler yetişti, ürünleri dağıttık ve ürün başarıyla piyasaya sürülmüş oldu.