Tüm dünyada ticaret hacminin yükselmesi, nüfus artışıyla birlikte ihtiyaçların artması ve değişim göstermesi, satın alma gücünün değişmesi, teknolojide görülen hızlı değişim sonucunda ekonomik modeller önem kazanmıştır. Ülkelerde kaynakların en verimli şekilde kullanılması, vatandaşların gelir düzeylerinin artması için her ülke veya ülkeler kendilerine en uygun model uygulamaktadır.
Örneklemek gerekirse bir işletme sermaye kaynaklarını üretimde, ithalatta kullanmanın kendisine getireceği faydaya göre kullanmak ister. Pazar payını arttırma, ihracatta söz sahibi olma, çalışanlarını maksimum şekilde maddi anlamda koruma hedefleri mevcuttur. Aynı şekilde ülkeler de kaynaklarını en verimli şekilde kullanarak vatandaşlarını koruma hedefleri vardır.
Dünyada kullanılan ekonomik model üç tanedir.
*Planlı ekonomi
*Karma ekonomi
*Serbest ekonomi
PLANLI EKONOMİ: Üretim faktörleri büyük ölçüde devlet tarafından belirlenir ve devletin denetimi altındadır. Bu modelde ekonomik faaliyetler devlet tarafından denetlenir ve devlet tarafından planlanır, kontrol edilir. Örneğin sebze, meyve, hububat ekiminin nerelerde ve ne karar olacağını, yapılacak ihracatın ve yeterli olmadığı durumlarda gerçekleştirilecek ithalatın miktarını ve nerelerden yapılacağını; ilgili ürünlerin taban ve tavan fiyatlarını devlet belirler ve denetimi devlet tarafından yapılır. Ülkemizde bu model uygulanmamaktadır.
KARMA EKONOMİ: Kapitalist ve sosyalist ekonomi anlayışları birlikte görülebilir. Bu modelde devlet, özel sektöre olanak tanıyarak teşvik eder. Kararların bir kısmı devlet tarafından alınırken bir kısmı da özel sektör tarafından belirlenir. Örneğin ülkemizde buğday tavan fiyatını devlet belirlerken domates fiyatı özel sektör tarafından belirlenir.
SERBEST EKONOMİ: Bu modelde fiyatlar devlet tarafından değil, piyasa ekonomisi ile belirlenir.
Arz ve talep kanunu devrededir ve ürün arz çokluğuna göre düşer veya yükselir. Ayrıca ürün yetiştirme de vatandaşların insiyatifindedir. İsteyen üretici, istediği yerde istediği ürünü yetiştirebilir ve piyasa kasıllarına göre satar.
Pekiyi Türkiye’de ekonomik olarak nasıl bir metot takip ediyoruz? Aslında Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana birçok ekonomik model uygulamıştır.
1982 anayasasını bu açıdan değerlendirdiğimiz zaman (48.madde) uygulanan modelin serbest piyasa ekonomik modeli olduğunu görebiliriz. Ancak aynı anayasanın bir diğer maddesinde ise (167.madde) ayrıca devletin gerek gördüğü anlarda piyasalara müdahale edebileceğini ve bu sayede serbest piyasa ekonomisinin yanında devletçi modeli de uyguladığımız anlamına gelmektedir ki yakın cumhuriyet tarihimizde bu tür olaylarla sık sık karşılaştığımızı görebiliriz.
Cumhuriyet tarihimizde her ne kadar iktisadi metotların 1923 de gerçekleşen İzmir iktisat kongresinde ele alındığını düşünsek de ekonomik kamu düzeni ve ekonomik model kavramları ilk olarak 1975 yılında Türkiye barolar birliğinin düzenlediği bir kongrede tartışılmış ve Türk hukukçuları oluşturulacak bir modelin anayasaya konulması gerektiğini belirtmişlerdir. Bu kongrede ayrıca bazı hukukçular özel sektörden aktarılacak bir finansman ile halk sektörü oluşturulabileceği görüşünü savunmuş olsalar da daha sonra bunun hukuka aykırı bir durum olabileceği gerekçesiyle vazgeçmişlerdir.
Türkiye Cumhuriyeti ilk kurulduğu yıllarda aslında inanılanın aksine baskıcı bir ekonomi politikası izlememiştir. Atatürk hükumetinin ilk uyguladığı ekonomik model bugünde kullandığımız serbest piyasa ekonomisi idi. Ayrıca uygulanan bu modele Ata model ve Kemalist ekonomik model adı da verilmiştir. Tabi o dönemde batılılaşma adına atılan adımlar, dünya ile entegre olma çabası ve Anadolu’nun kendi zenginlerini oluşturma gayreti göz önüne alındığında bu modelin ülke ekonomisine hızlı bir ivme kazandırabilme adına yapıldığını anlayabiliriz. Ayrıca serbest piyasa ekonomisi Lozan anlaşmasında yeni Türkiye’nin uygulaması gereken bir model olarak da belirlenmiş veya dayatılmıştı da diyebiliriz. Elbette o dönemdeki bir takım küresel gelişmeler, dünya ile irtibatını devamlı sıcak tutmaya çalışan Türkiye’yi de direk olarak etkilediğini söyleyebiliriz. İşte bunların başında Amerika Birleşik Devletleri’nde baş gösteren büyük buhranın çok etkili olduğu anlaşılmaktadır. Büyük buhran aslında bütün dünya ülkelerinin tabir caizse kendi başlarının çaresine bakmaya mecbur kaldığı bir dönem olmuştur. Zaten o dönemde Türkiye cari açıklar veriyordu ve liberal ekonomi yavaş yavaş terk edilmeye başlanmıştı.
Neticede 1930’ların sonunda patlak veren ikinci dünya savaşı zaten ciddi anlamda ekonomik bir alt yapısı olmayan Türkiye’yi daha da zora soktu, liberal ve serbest ekonomik politikalar terk edilerek devletçi ekonomiye hızlı bir geçiş yapıldı. İşte meşhur varlık vergisi de devletin ekonomik sıkıntılarından kurtulmak adına (birazda ulus devlet yaratmak için önemli bir fırsat diye düşünebiliriz) yaptığı en radikal kararların başında gelmiştir.
Bu devletçi ekonomi 1950 yılında Demokrat partinin tek başına iktidar olmasına kadar devam etti ve seçim sonrası Türkiye tekrar serbest piyasa ekonomisine “Merhaba” demiş oldu. Ne zamana kadar…1960 askeri darbesine kadar…
1970’lerin sonlarına doğru tekrar ekonomik krize giren ülkemiz 1980 yılında meşhur 24 Ocak kararlarından sonra tarihinin en ağır devalüasyon unu yaşadı.
1983 genel seçimlerinden sonra Özal hükumeti ile Türkiye tekrar liberal bir ekonomiye geçiş yapmış oldu ve bu dönemde ilk defa sabit kur sisteminin yerine dalgalı kur sistemi uygulanmaya başlandı. Ancak bu sistemi de o dönemin şartları kaldıramadı ve vergi gelirleriyle açıkları kapatamayan Türkiye yeni bir finans kaynağı buldu. Bu kaynak kamu borçlanması idi. Yani diğer bir deyişle devlet vatandaşına devamlı borçlandı, faizler arttı, bazı sanayiciler ve iş adamları işte bu dönemde devleti yönetme noktasına geldiler. Günümüz Türkiye sin ’de de sermaye sahipleri ve devlet yönetiminin bu anlamda rekabeti yoğun bir şekilde devam etmektedir.
Sonuç olarak Türkiye bugün kimi çevrelere göre kapitalizm ülkesi, kimilerine göre de serbest piyasa ekonomisini uygulamaktadır. Ancak Türkiye’nin bugün dünyadaki tüm ekonomik gelişmelere ve rekabet koşullarına hızlı şekilde entegre olabilen bir ülke olduğunu rahatça ifade edebiliriz. Ayrıca Türkiye’nin tarihinde yaşadığı ekonomik tecrübeler ve değişimler, bu alanda ülkenin farklı iktisadi koşullara ayak uydurabilme açısından da önemli bir gösterge olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kaynak: Ekonomi raporu.com
Saygılarımla
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist